bilinmeyenler ve bilinmesi gerekenler............     

 





 

biyoenerji ve doğanın yasaları


Enerji uygulamaların gereksinimini ve enerji akımların akışını daha iyi anlayabilmeniz için bedenimizden çıkıp tabiatın işleyişine bir göz atmalıyız. Doğanın içindeki
enerji akımların hareket etme prensibini bilirseniz, o zaman biyoenerji uygulamasını daha iyi anlarsınız.

Güneş doğayı muhafaza eder ve onu düzene sokar, onun enerji ihtiyacını karşılar: tabiata baktığımız zaman tabiatın bir karşıtlık üzerine yaradıldığını görüyoruz. Tabiatta bir düzen hakim ama tabiatın kendisi düzensizliğe meğilli yaratılmış. Bunu açalım; doğa enerjisini muhafaza etmeğe yönelik programlanmış. Bunu elde edebilmenin en kolay yoluda düzensizlik (entropi). Düzensizlik moleküler düzeyde en az enerji gerektiren şekli almak, atomar düzeyde en az enerji gerektiren bağlantıları kurmaktır. Mükemmel bir düzen içinde gördüğünüz tabiat var ya, işte o tabiat görevinden kaytarmak için can atıyor fırsat kovalıyor. İnsan fıtratıda böyle değilmi? İnsanda düzene uymamaya meyilli yaradılmış. İnsanın doğasında tembellik veya istediğini yapma arzusu bulunur. Bizler bu zaafiyetimizi aşmak için kendimizi disiplin altına alır, hayatımızı eğiterek ve çalışarak geçiririz. Yani bir enerji sarf ederiz. Anlamanız gereken ilk şey; enerji sarf edilmeden düzen sağlanılamıyor! Birşeyin düzende kalması kendisine aktarılan enerjiye bağlı. Enerji varsa düzen geliyor, yoksa kayboluyor ve karşıtlık üzerine yaradılmışlık devreye giriyor. Tabiatın kendisi tüm atomar ve moleküler bağlantıları koparıp kendisini kaosa sürüklemek ister, diğer tarafta güneşte buna engel olmak için tüm gün enerji aktarır. Güneş gündüzü ortaya çıkaran bir objeden öte, doğanın bozulmasına engel olan bir enerji kaynağı olarak görmelisiniz. Güneş doğanın atomar ve moleküler bağlantılarını korur. O bağlantıları muhafaza etmek için ihtiyaç duyulan enerjiyi aktarır. Doğadan çıkarmamız gereken ilk ders: düzensizliği engellemek veya düzensizliğe uğramış bölgeyi tekrar düzene koymak enerji ile gerçekleşir.

Beyinde insan bedenin güneşidir, bedeni muhafaza eder, onu düzene sokar ve enerji ihtiyacını karşılar: insan bedenin güneşi beyindir. Beyin bedeninizdeki hücreleri terbiye eder, moleküler yapıları korur ve bölgesel düzeni muhafaza eder. Ruh bedeninizi canlı, beyin ise ayakta tutar. Beyin ne kadar güçlü olursa bedeniniz o kadar sağlam olur, hastalıklara karşı o kadar güçlü bir direniş gösterir. Beyin ne kadar zayıf olursa, örneğin ümitsizliğe kapılmak veya bitkin düşmek o zaman beden üzerindeki kontrolü o kadar azalır, bedendeki düzensizlik o kadar artar. Örneğin; disiplinli bir öğretmen sınıftan çıktığında yaramaz öğrenciler nasıl sınıfı altına üstüne getiriyorsa beyin boşluğa girdiğinde de hücreler kendilerini beynin prangalarından kurtarır, bölgesel düzeni terk eder ve kafalarına göre takılmaya başlar. Sağlıklı ve güçlü bir beyin, fizyolojik her türlü rahatsızlığı yenebilir. Bu gücü beyin nereden alıyor? Azalarınızdan! Beynin dinamosu iskelet sistemi. İskelet sistemi ne kadar hareket ederse beyin o kadar aydın yanar. Beyin eklemlerden gelen o enerjiyi alır ve bunu iç organlara yönlendirir. Sağlıklı organlar istiyorsanız beyini canlı tutacaksınız, beyinin canlı kalması içinde kıçınızı koltuktan kaldırıp hareket edeceksiniz. Ne güzel bir düzen değilmi, herşey birbiri ile bağlantılı. Bu bölümde anlamanız gereken husus; tabiatı ayakta tutan güneş, bedeninizi ayakta tutan ise beyniniz.

Örneğin; hangi hastalığa sahip olursanız olun, hangi profesöre çıkarsanız çıkın bu profesörlerin hepsi inancınızı kaybetmemenizi söyler. Onlar inanmanın yani beynin önemini bilir ama neden önemli olduğunu bilmez, işte biz bu yazılarımızla o bilinmeyenleri sizlere aktarıyoruz. Güneş tabiatın düzenini korur, insan bedenin düzeninide beyin. Varsayalımki kişi kendi beynini kullanamıyor, bu durumda ne olacak? Başkasının beynini kullanacaksınız. Bedeniniz şarj olması gerek, nereden şarj olacağı konusunda yaratıcı bir kısıtlama getirmemiş. Bedeninizi şarj eden kendi beyninizde olabilir, başkasıda veyahut bir yüz yıl sonrası bir şarj istasyonuda. Bedenleriniz öyle veya böyle şarj olması gerek. Olmazsa beden hücrelerinizin çalışması yavaşlar ve bozulmaya başlar. Örneğin; dizüstü bilgisayarınızı prizden çektiğiniz an bilgisayarınız enerji muhafaza moduna girer, bilgisayarınızın ekran aydınlığı azalır ve çalışma hızı yavaşlar. Prize tekrar taktığınızda ama tekrar canlanır. Enerji bağlantısını kurduğunuzda canlanır çıkardığınızda yavaşlar. Anlayacağınız bedeninizi sağlığa kavuşturabilmek için öyle veya böyle bir prize muhtaçsınız. Kendi beyninizi kullanabiliyorsanız ne ala, kullanamıyorsanız ama ve şarj istasyonlarıda henüz ortalıkta yoksa ne yapacaksınız? Beynini kullanabilene danışacaksınız yani bir biyoenerji uzmanına!

Doğadaki akımlar hangi fiziki kurallara göre hareket eder? Doğa kendi içinde barındırdığı atomların her yerde eşit miktarda yayılmasını arzular. Bir şeyden bir yerde fazla ve başka bir yerde az, doğa bunu arzulamaz. Doğa her yerde eşit yayılım arzular ve bunu elde edebilmek içinde doğanın içindeki akımlar çoğunluktan azınlığa doğru akar. Örneğin; soğuk bir taşa oturduğunuz zaman taş ile sizin bedeniniz arasında bir ısı derece farkı oluşur, bu farkta ısının bir noktadan diğerine akmasını sağlar. Fizik ilmin termodinamiğin sıfırıncı yasasına göre; iki farklı dereceye sahip cisim temasa girdiği an ısı yüksek olan bölgeden (vücudunuz) kendisinden daha az olan bölgeye (üzerine oturduğunuz taş) doğru akar. Bu akış akımlar eşitlik sağlanıncaya kadar devam eder. Bu durumda ısı bedeninizden taşa doğru akar ve siz ısı kaybedersiniz. Akışı doğanın kendisi harekete geçirir. Sizin yapmanız gereken hiç bir şey yok. Doğadan çıkaracağımız ikinci ders: doğa kendi içinde barındırdığı akımları her zaman yüksek orantıdan kendisinden daha az olan bölgeye doğru akmaya iter. Bu akımları harekete geçirmek içinde bir dış müdahaleye ihtiyaç duymaz veya sizin inanıp inanmamanıza bakmaz. Temas kurulduğu an akımlar harekete geçer.

Örneğin; terapist elini bir hastanın bedenine koyduğu an, akımlar hangi tarafta daha fazla ise oradan karşı tarafa akar. Bu akışın gerçekleşmesi içinde sizin inancınıza veya onayınıza ihtiyaç duyulmaz. Örneğin; bazen hastalar soruyor, hocam fayda görmek için uygulamanıza inanmamızmı gerek diye, bende inanmanız gerekmiyor diyorum. Soğuk bir taşa oturduğunuzda siz termodinamiğin sıfırıncı yasasına inansanız inanmasanızda taşa oturduğunuzda taşın soğukluğu bedeninize akar. Elim ile bedeniniz arasında bir enerji farkı oluşturduğum anda s
iz yaptığıma inansanız inanmasanız enerji bir taraftan diğer tarafa akmaya başlar diyorum. İsteseniz buna engelde olamazsınız, doğa bunu gerektirir diyorum.

Hastaların güneşi enerji uzmanlarıdır: enerji uzmanları ellerini hastaya koydukları an hastanın bedeni prize takılmış bir dizüstü bilgisayarı gibi canlanır ve hastalığa karşı bir direnç, bir savaş başlatır. Güçlü ve enerji dolu bir beden hastalığa karşı kafa tutabilir, yaşlı veya yılların yıpranışından yorgun ve halsiz düşen bir beden ise kendisine musallat olan bir hastalığa karşı savaş açacak güçte olmaz. Moraliniz ve sağlığınızı iyi bir durumda ise ne mutlu size, siz o pozitif moral ve dinç bir beden ile her hastalığa kafa tutabilirsiniz. Siz o pozitif moral ile zaten kendinize biyoenerji uygulamaktasınız. Siz her hangi bir yardım eline muhtaç değilsiniz. Bir şeye inanmak beyini ateşler, ateşlenen bir beyinde güneş gibi ihtiyaç duyduğunuz enerjiyi sizin bedeninize aktarır. Ama maalesef çoğu hastalar hastalıkları ile boğuşmaktan yorgun halde, moralleri sıfır ve inançlarını tamamen yitirmiş durumda. O çöküntü içinde bulunan birisi kendisine musallat olan hastalığa karşı savaş açacak güce sahip değil. Bu insanlar bedenlerini uyaracak ve bu savaşta kendilerine yardım elini uzatacak birini arar. Onlar kendileri için bu savaşı verecek beyin güçlerini arar. Onlar kendilerini bu karanlıktan aydınlığa çıkaracak güneşler arar. İşte burada biyoenerji uzmanları devreye girer. Biyoenerji uzmanları bu hastaların güneşi olur.

Doğanıza geri dönün: bitkin, yaşlanmış ve ümitsizliğe kapılmış bir beyinin kendi bedenine faydası olmaz. Sıkıntılarından o bedeni kurtaramaz, hastalığa karşı bir direniş başlatamaz. İşte bu noktada biyoenerji uzmanları devreye girer. Hani birisi hastalandığında pozitif düşünmesini tavsiye edersiniz ya, ya o kişi pozitif düşünemiyorsa ne yapacaksınız? Kısmet deyip kişiyi kaderi ile baş başamı bırakırsınız, yoksa o düşünemiyorsa onun için düşünen birisinimi bulalım dersiniz? Yabancı birisi ise kaderine bırakırsınız, anneniz veya çocuğunuz ise o zaman alternatif yollara başvurursunuz. Örneğin; biyoenerji uzmanı. Bozulmuş düzeni tekrar düzene sokmak için bir enerji kaynağına ihtiyacınız var, bu enerjiyi o kişinin beyini sağlayamıyorsa ilahi düzen bize başka birisinin beynini kullanma şansını vermiş. Asıl cehalet bu nimet varken bundan yararlanmamak olur. Allah beyninizi kullanın demiş, kendi beyninle sınırlı kal dememiş. Hayatın diğer sorunları gibi kendi beyniniz ile birşeyin üstesinden gelemiyorsanız ne yapıyorsunuz, başkalarına danışıyorsunuz. Canlının derdinden ancak bir canlı bedenin derdindende ancak bir beyin anlar. İlaçlar bu yardımı size yapamaz, tam aksine ilaçlar size üç maymunu oynattırır. Size her şey kontrol altında izlenimi verir. İlaçlar iç çürümeyi ve bedeninizin iflas safhasına geldiğini size çok geç fark ettirir. Bu kemoterapisinde kullanılan ilaçlardan tansiyon ilacınıza kadar uzanan tüm ilaçlar için geçerli. Çok faydalı ve hayati önem taşıyan antibiyotikler bile sizin savunma mekanizmalarınızı zayıflatır, sizi direnci olmayan ve her türlü mikroba boyun eğen varlıklara dönüştürür. Hayatta kalmak ve hastalıklara karşı bir şansınız olsun istiyorsanız bunun tek yolu doğa ve güçlü bir beyin.

Lütfen doğanıza geri dönün. Pazara çıktığınızda hormonlara tabi olmamış genetiği kirletilmemiş meyve ve sebze almaya gayret gösteriyorsunuz veya markete indiğinizde aldığınız gıda ürünlerin katkı maddelerine dikkat ediyorsunuz, bunların önemini biliyorsunuz ve bunlara özen gösteriyorsunuzda neden bedenin en ihtiyaç duyduğu an, yani hastalandığı an sırtınızı doğadan çeviriyorsunuz?











kelimelerden türemiş hurafeler