Çoğunuz hz. Musa'nın sina dağına çıktığında ovada bekleyen israiloğulların ona ihanet ederek altından bir buzağı heykeli yaptığı hikayesini duymuştur. Bu hikayenin altında yatan gerçek nedir, yazımızın konusu bu olacak. Daha önceden hiç açıklanmamış bir gerçeği bu yazı vesilesiyle sizlere aktaracağız. Umarız yazımız beğeninizi kazanır, sizlere hayırlı ve aydınlatıcı okumalar dileriz.
Bugüne kadar inanılan: İslam alimleri bu buzağın sıradan bir heykel olduğunu düşünür ve içine onu böğürtmesini sağlayan düzeneklerin sinsice yerleştirildiğine inanır ve Kur'an-ı Kerim tefsir ve meallerini bu yönde yapar. Üzülerek sizlere belirtmeliyizki bu tefsir ve mealler maalesef yanlış ve yazımızın sonunda sizlerinde bizlere hak vereceğine eminiz. Sayın okurlarımız bu hadisenin gerçekliği veya ne kadar gerçekliği hakkında bir değerlendirme yaparken bu hadisenin peygamberlerin yeryüzünde yürüdüğü, bıldırcın etlerin gökten indirildiği, israiloğulların maymuna çevrildiği bir dönemden bahsediyoruz. Yeryüzünde büyük mucizeler ve büyük imtihanların vukuu bulduğu bir çağda yaşandığını lütfen aklınızdan çıkarmayın.Eğer İslam alimleri gibi sizde kendi çağınızın şartlarını baz alır ve olaylara kendi mütevazi, küçük dünyanızdan yorum getirmeye çalışırsanız objektif ve gerçekci davranmamış olur yanlış yorum ve inançlara sebep olursunuz. Sizce sıradan ve o dönemlerde her köşede rastlanan bir heykel israiloğullarını sarhoş edercesine, bir bayram havasına sokarmıydı veya o dönemin mucize ve imtihanlarını gözönünde bulundurduğunuzda Allah sıradan bir heykel ile imtihan edermiydi? Hayır hayır. O gerçektende canlıydı ve gerçektende israiloğulları için çok büyük bir imtihan vesilesiydi.
Olayın özgeçmişini hatırlayalım - Putlara tapan kavim: israiloğulları mısırdan çıktıklarında bir vadiye ulaşır ve orada putlara tapan bir kavim görür; "ve İsrailoğullarına denizi atlattık. Derken, bir kavme vardılar, toplanmış kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı. Dediler ki: «Ey Musa, bunların birçok ilahları olduğu gibi sen de bize ilah yap!» Dedi ki: «Siz gerçekten cahillik ediyorsunuz. Çünkü o gördüklerinizin içinde bulundukları din, yok olmaya mahkumdur ve bütün yaptıkları batıldır!" (Araf Süresi, 138-139). Allahu Teala israiloğullarını firavunun zulmünden kurtarması ve başlarındaki peygamberler onları putlara tapılmaması konusunda sürekli uyarmasına rağmen, İsrailoğulları mısırdan çıkar çıkmaz Musa as'dan bir put istiyor. Firavunun zulümden kurtarılır kurtarılmaz başka tanrılar edinme, putlara tapma arzusu içine giriyorlar. Nice mucizeler kendilerine gösterilmesine rağmen halen Allaha iman etmemeleri, putlar peşinde koşmaları tabiri caize bardağı taşırıyor ve Allahu Teala tabiri caizce; "siz putmu istiyorsunuz, ben sizi öyle imtihan edeceğim, size öyle bir put yaptıracağımki, kim ona taparsa onu helak edeceğim", der. Olayın başlangıç noktası bu Ayet, Musa as'dan put isteme hadisesi. Sonrası olaylar şu şekilde gelişiyor;
- Allahu Teala ile Musa as'ın sözleşesi: Musa as kavimini kızıldenizden geçirdikten sonra Allah ile sina dağında sözleşeceği mesajı kendisine iletilir. Bunun üstüne hz Musa israiloğullarını hz. Haruna emanet eder ve koşarak sina dağına çıkar; "musa ile otuz geceliğine sözleştik, buna on gece daha ekledik, böylece Rabbinin belirlediği buluşma süresi kırk geceye ulaştı. Musa, kardeşi Harun'a şöyle dedi: Kavmim içinde benim yerime geç, ıslaha çalış ve bozguncuların yolundan gitme!" (Araf Süresi, 142).
- Samiri adında bir heykel ustası: Musa as'ın sina dağına çağrılmasının bir boyutu Musa as ile ilgliyken diğer boyutuda israiloğulları ile ilgili. Musa as kendisine verilen görevi laiki ile yerine getirdiği için bu sözleşi ile ödüllendirilir, israiloğulları ise o kötü niyetlerinden ötürü onun yokluğunda imtihana tabi tutulur. Hz. Musa aralarından çekilip alınır ve onlar o büyük imtihan ile yüzleştirilir. Ne olur? Hz Musa aralarından ayrıldıktan sonra samiri adında bir heykel ustası önderliğinde şu söylemler ortaya atılır; "Musa tanrısını görmeye gitti, biz Musa'nın tanrısının heykelini yapalım bizde onu ziyaret eder ona hürmet gösteririz, o da bize yol gösterir". Bu fikir çoğunlukta kabul görüncede getirdikleri zinet eşyalarından altından ve böğürebilen bir buzağı heykelini yaparlar. "Musa'nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular." (Araf Süresi, 148).
- Olayın sırrı bu Ayette saklı: Musa as sina dağından döndüğünde ve onların o sapkın halini gördüğünde sinirden ilk önce hz Harun'un yakasına yapışır, neden buna engel olmadın diye. Sonrası samiri'ye döner; "Ve bu kez Samiri'ye döndü: "Ey Samiri, ya senin maksadın nedir?" (Samiri), "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım. Nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi." (Musa), "Defol git dedi. Artık hayat boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin. (Ahirette de) sana vaadedilen bir ceza var ki, ondan asla kaçamayacaksın. Şimdi durup tanrına bak; biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız" (Taha, 95-97).
Bir avuç toprağın sırrı - Gizemli elçi kim? Bir üst bölümdeki püf noktayı çıkarabildinizmi, çıkaramadıysanız size yardımcı olalım; olayın sırrı Musa as'ı ziyaret eden elçide yatar. Kim bu elçi? Allahın bir elçisi Musa as'ı ziyaret ediyor ve bu ziyaretlerin birisinde samiri, onun ayak bastığı kuru bir toprağın yeşerdiğini görüyor ve o topraktan bir avuç alıyor. Demekki o gizemli elçide birşeyleri canlandırma gücü var. Bunu aklınıza not edin. Şimdi buradan İsa as'a geçiyoruz. Ne alaka derseniz. Kur'an-ı Kerimde anlatılan kıssaların ne kadar gizem içerdiğini, sizlere görünen ötesinde bilgi aktardığını anlamanız ve görmeniz için bu yazı vesilesiyle İsa as'ın farkını, yaratılış sırrınada bir açıklık getirelim.
- İsa as gerçekleri: Allahu Teala biz hz Ademi nasıl yarattıysak hz İsa'yıda o şekilde yarattık der. İkiside sıfırdan yaratılır, birisi gökte bir yetişken ebatta diğeri ise ana rahminde bir nutfe ebatında; "doğrusu Allah katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra da ona: «Ol!» dedi. O da hemen oluverdi." (Al-i İmran, 59). İkiside sıfırdan ve topraktan yaratılmasına rağmen, aralarında çok önemli bir fark bulunur;
Hz İsa ile hz. Adem arasındaki fark: ikisinin bedenide topraktan sıfır yaratılır ama ruhları aynı yaratılmaz. Hz Adem ile hz İsa arasındaki fark ruhta yatar. Allahu Teala, hz Adem ve insanoğluna ruhundan bahşederken ona azami görevi yerine getirebilecek güçte bir ruh bahşeder; "sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfürdü. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek az şükrediyorsunuz!" (Secde Süresi, 9). İsa as ise o gizeli elçinin ruhu ile canlanır. Birisi azami güce sahip bir ruhla hayat bulur, diğeri ise en güçlü ruh sayesinde hayat bulur. Ademoğulları ile İsa as arasındaki farkta bu! Meryem anamız kavminden uzak bir yerde yalnız yaşarken o gizemli elçi bir erkek görünümünde ve bütün organları yerinde karşısına çıkar; "meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü." (Meryem Süresi, 17).
- Hz İsa'nın ruhun altında yatan gizem, o gizemli elçi: Ruhu'l Kudüstür. Allahu Teala Adem as'ı topraktan yaratır ve ona ruhundan üfler ve Adem as canlanır. İsa as'a ise ruhu'l kudüs kendi ruhundan üfler; "(yine inananlara) ırzını ve iffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de Allah örnek verdi. Biz, onun içine (rahmine) ruhumuzdan üfledik ve Meryem Rabbinin sözlerini ve vahyettiklerinin doğruluğunu kabul etti ve (Rabbine) gönülden bağlananlardan oldu." (Tahrim Süresi, 12).
- Neden? "Meryem oğlu İsa'ya da deliller verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs ile destekledik." (Bakara Süresi, 87/253). Bizler Allahın bizlere verdiği asgari bir ruh ile hayatlarımızı idam ederken İsa as' ise ruhu'l kudüs ile hayat buldu ve hayatını yaşadı. Neden? Allah bir kulundan neler bekliyorsa onu o doğrultuda donatır. İsa as ruhu'l kudüs lakapli elçinin ruhu ile donatılıyorsa demek birşeyleri canlandırmak ondan beklenecek. İsa as'ın hayatına baktığınızda da bunun böyle olduğunu görürsünüz. İsa as'da görülen mucizelere bir bakınız, bunlar bize o gizemli elçinin toprağa basıp toprağın canlanmasını andırıyor; "o, İsrailoğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek:) Size Rabbinizden bir mucize getirdim: Size çamurdan bir kuş sureti yapar, ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz, bunda sizin için bir ibret vardır." (Al-i İmran Süresi, 49).
- İsa as'ın evlenmeyişi ve göğe çekilişinin sırrıda ruhunun özelliğinde yatar. Biz Ademoğulları bizler sıradan ruh taşıyoruz. İsa as'ın ruhu ama öyle değil. O, çok ama çok üstün bir elçinin ruhunu taşıdı (Ruhu'l Kudüs). Eğer İsa as göğe çekilmeseydi İsa as'ın bedeni olgunluğun zirvesini yakalayacak sonrası yaşlanmayacaktı. Kendisinde ölüleri dirilten, yok olan azaları yenileyen bir enerji vardı. Bu enerjide kendi bedenin çöküntüye uğramasına asla izin vermeyecekti. Bu güçler onun normal bir hayat yaşamasına müsade etmeyecekti. Yani bu güçler ile yeryüzünde kalamazdı. Dolayısıyla göğe çekilişi baştan itibaren planın (ilahi takdirat) bir parçasıydı. İki; eğer İsa as evlense ve çocukları olsaydı o zaman çocuklarıda o üstün ruhun parçasından ve mucizelerinden birşeyler kapacaktı. Bu da yeryüzüne yayılan Ademoğulları ile İsaoğulları arasında haksız bir rekabet oluştururdu. Not: İsa as yeryüzüne geri döndüğünde aile kurmak yaşlanmak ölümü tatmak gibi normal hayatın serüvenlerini tadacak. Bu sefer yeryüzüne insani bir ruh ile ineceği için bu mümkün olacak. Bu da tabii onun elinden mucizelerin alınacağı, yeryüzüne bir sonraki ayak başısında sıradan bir insan olarak geleceği anlamına geliyor. Gördüğünüz gibi ilahi kaderde herşeyin altında bir hikmet yatar, boş ve tesadüflere yer bulunmaz. İnsanların kaderi yazılır, o alın yazılarını gerçekleştirebilmeleri içinde kendilerine gerekli donanım verilir.
Altın buzağı hadisesi: Ruhu'l kudüs'ün ayak bastığı toprağın canlandığını, birşeyi canlandırma enerjisinin o toprağa sindiğini samiri görüyor ve o topraktan bir avuç alıyor. Musa as ayrıldıktan sonrada zinet eşyalarından bir buzağı heykelini yapıyor. O toprağın birşeyleri canlandırabileceğini tahmin ediyordu samiri ve geçektende tahmininde haklı çıktı. O gizemli elçinin ayak bastığı toprağı o erimiş mücevheratın içine attı ve gerçektende o heykelin canlanmasını sağladı. Fakat o gizemli katkı maddeyi kimseye söylemedi. Heykelin yapımında kutsal bir varlığın enerjisinden yararlandığını israiloğullarına söylemedi. İsrailoğulları hayatlarında ve insanlık tarihinde ilk defa bir heykelin canlandığına tanık olunca tanrının gerçektende yeryüzüne indiğine inandı ve bayram havasında eğlenceye daldı. İşler ama samirinin tahmin ettiği gibi gitmedi. Samiri bir sorun ile karşılaştı, hesaplayamadığı bir sorun ile. Buzağı canlandı ancak buzağı hareket edemedi. Buzağının ne dili ne de azaları hareket etti. Araf Süresi 148'de buna dikkat çeker, o buzağı ne konuşmaktaydı ne de onlara yol göstermekteydi der. Canlandıysa neden onlar ile konuşamadı, onlara yol gösteremedi yani dört nal üzerinde oraya buraya koşturmadı, yürümedi? Samirinin hesap edemediği daha doğrusu Allahın hesap ettirmediği ve onu gafil avladığı nokta; samiri o heykeli altından yaptı. Buradaki sıkıntı o buzağı toprak değilde bir metalden yapmış olması. Bizim alemde yaşayan canlıların özü topraktır, metal değil. O buzağının hareket edebilmesi için özü toprak olması gerekiyordu. Eğer o heykeli topraktan yapmış olsaydı o heykel İsa as'ın topraktan yaptığı heykeller gibi hareket edebilir bir canlı olacaktı. Altından yaptığı, kabuğu sert bir metalden olduğu için ne azaları hareket edebildi ne de dili. Dilsiz bir yaratık gibi sadece böğürdü. O buzağın böğürmesinin sebebi içine bir hava boşluğu konulmasından değil, Ayetin bahsettiği böğürme bildiğiniz dilsiz kişilerin böğürmesi.
İslam alimleri: bakınız; bir olay bir hile içeriyorsa örneğin Musa as ve büyücülerin hilesi o zaman bunu Allahu Teala ifşa ediyor. Bir yerde bir tuzak bir hile bir kandırma varsa Allah bizi uyarıyor. Bir işin içinde bir hile veya tuzak olduğunda Allahu Teala Ayetlerinde bunu bizlere direk söylüyor. Buzağı hadisesini anlatan Ayetlerde ise tuzak ve hileden bahsedilmez. Allahu Teala sadece konuşamadı ve hareket edemedi der. Ayetin hiçbir yerinde tuzaktan ve hileden bahsedilmez. Hatta ve hatta bu hadisenin bir hile olmadığı hakkında bizlere çok ama çok önemli bir tüyo verilir, elçinin bastığı yerden toprak alındığı ve o toprağın heykel yapımında kullanıldığı tüyosu verilir. Bu bir hile olsaydı Allah sizlere bu detayları aktarma ihtiyacı hissedermiydi? Sayın okurlarımız, herşeyi bilmeniz mümkün değil. Eğer birşeyi bilmiyorsanız bunu söylemenizde bir sakınca yok. Bu sizi küçültmez tam aksine dürüstlüğünüz size çok şey kazandırır. Bilmediğiniz ve emin olmadığınız konular hakkında neden kanaat getiriyor ve o yanlışları topluma yayıyorsunuz? Ayetlerde buzağın yapımında sıradışı bir malzeme kullanıldığı belirtilmesine rağmen, Ayetlerde hileden bahsedilmemesine rağmen, o dönemin israiloğullarına gökten bıldırcın eti ve kudret helvası inridildiği, firavuna onca mucizenin gösterildiği bilinmesine rağmen yani o dönemin israiloğulları neredeyse her gün Allahın bir mucizesi ile karşılaştığı bilinmesine rağmen, o dönemin israiloğulların bir kısmı maymuna çevrildiği ve cumartesi avlanma yasakları konulduğu yani o dönemin israiloğulları büyük imtihan ve cezalandırmalara tabi tutulduğu bilinmesine rağmen nedense hiçbir İslam alimin aklına bu altın buzağı hadisesininde gerçek olabileceği aklına gelmez. İnanın, günümüzün İslam alimleri o dönemde yaşamış olsaydı ve bir peygamber bir mucize ile gelseydi bu bir sihirbaz hilesidir, bu bir göz boyamasıdır diyen ve ilk kafir olan onlar olurdu.
Bu israiloğulları için çok büyük bir imtihandı: yaşanılan her senaryoyu Allah yazar ve herkes bu senaryoda hak ettiği rolü alır ve bunu oynar. İsrailoğulları demek böyle bir imtihandan geçirilmesi gerekiyormuş ve o büyük günaha öncülük etmekte samiriye müstehakmış. Ayetler ile sizlere çok karmaşık bir olayı anlaşılır hale getirmeye çalıştık. Umarız sizler için yeterince aydınlatıcı olmuştur. Ruhu'l kudüs'ün altın buzağı ile bağlantılı olduğu bu zamana kadar keşfedilmemiş olması İslam alimlerin ayıbı. Bu hadise bize, günümüzün çağında ne kadar çok kendi aklımıza danışmamız gerektiğini gösteriyor. Bunu yaparkende size şöyle bir tavsiyede bulunabiliriz; Kur'an-ı Kerim bir yemek tarifi Kitabı gibidir. Size yemeğin katkı maddelerinden yapılış şekline kadar her türlü bilgiyi verir. Ancak bunu bir Ayete değil bunu Kur'an-ı Kerimin içine yayar. Bir Ayet doğrultusunda yorum getirmeye çalışırsanız, yemeğin bir katkı maddesinden o yemeğin ne olduğunu tahmin etmeye çalışmış gibi olursunuz. Bu da sizin yanılma payınızı artırır. Yani bir konu hakkındaki değerlendirmenizi bir Ayet doğrultusunda yapma yerine Ayetlerin tümü doğrultusunda yapın. Yemeğin tüm malzemelerini toplayın sonrası ortaya çıkana bakın. Yani Kur'an-ı Kerimin tümünü okumadan, tümünü gözünüz önünde bulundurmadan bir Ayet hakkında yorum getirmeyin. Doğruyu bulmanız için bu daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Örneğin; ruhu'l kudüs'ün meryem anamıza üflemesi ile altın buzağın bağlantılı olacağı kimin aklına gelirdi? Lütfen biraz kendi aklınızı kullanın ve biraz araştırmacı olun. Belki doğruları bulmak sizlerede nasip olur. Yazımızın özeti; o buzağı heykelin bir hile ile böğürtüldü diyen veya bunu sıradan bir hadiseymiş gibi geçiştiren İslam alimlerinden uzak durun. Bu söylemler onların cehaletinden kaynaklanır. Bu olay israiloğulları için sıradan bir hadise değildi, o buzağı gerçektende canlandı ve bu hadise gerçektende israiloğulları için büyük bir imtihandı!