vaka çalışması- ölmeden öncesi ölün
Bu haftaki yazımızda iki değerli okurumuzun sorusunu ele alacağız, umarız sizin için hayrlı ve aydınlatıcı bir yazı olur. Biliyorsunuz her konuyu ele almıyoruz her soruyu cevaplamıyoruz, aksi takdirde konuları dağıtır, bir konudan diğerine zırplayarakta sizi hiçbir konuda uzman yapamayız. Ele alacağımız konuları o zaman neye göre seçiyoruz; hayattasınız ve birşeyler yaşıyorsunuz, bundanda daha önemli birşey olabilirmi, olamaz, dolayısıyla bizim için en önemlisi bu hayat. Bizim açımızdan en önemli şey, hayatınız ve yaşantınız. Hayatı anlarsanız yaşantınızı çözer, yeryüzündeki imtihanınız çok kolay geçer. Hayatı anlamanın sırrıda kaderi anlamaktan geçiyor. Kaderi anlamanın yoluda olayların perde arkasını anlamaktan geçiyor. Örneğin; o yüzden yazı dizilerimizde sürekli olayların perde arkasına ışık tutuyoruz, gayp alemine meraklı olduğumuz veya gayp alemi hakkında merak uyandırmak için değil, kaderinizi anlamanızı sağlamak için bunu yapıyoruz.
Değerli dostlar; biz yeryüzünde gözümüzü açtığımızda kendimizin belirlemediği bir beden, bir baba ve anne, kardeşler, içinde yaşadığımız bir millet, sosyal sınıf, çoğrafi bir bölge ve bir cinsiyete sahip olduğumuzu, sonrası kontrolümüzde olmayan bir hayatın ve olayların içine atıldığımızı görüyoruz, sonrası mahşer alanına toplanıp çetin bir sorgudan geçeceğimiz, sonrasıda kimbilir cehenneme atılıp yakılacağımız bize söyleniyor. Bize anlatılan ve gördüğümüz hayatın özeti bu. Bu özeti anlamayan herkeste Allahı sorgular ve hayata isyan eder. Biz sizleri bu isyandan uzak tutmak istiyoruz, bununda ötesinde yaşadıklarınıza seyirci kalmak zorunda olmadığınızı, kendi kaderinizi kendinizin tayin ettiğini, kendi elinizde olduğunu size anlatmak ve öğretmek istiyoruz. Şuanki kaderin müsebbibi siz olduğunuzu, bunu değiştirmeninde yine sizin elinizde olduğunu size aktarmak istiyoruz. Kader nasıl çalışıyor, perde arkasında çarklar nasıl dönüyor bunu çok iyi anlamanız içinde dönem dönem farklı vakaa çalışmaları yapıyoruz. Her bir vakaa olaya farklı bir bakış açısı sunuyor, o farklı bakış açılarıda konuyla ilgili size derinlik kazandırmasını ümit ediyoruz. Bu iki okurumuzun sorusuda size kesinlikle bir derinlik kazandıracaktır. Bu arada, bu iki konuyu çok farklı perspektiflerden değerlendirebilirsiniz, bizim derdimiz kader olduğu için biz olayı tamamen kadersel boyuttan ele alacağız.
Değerli okurlarımızın soruları; ölmeden öncesi ölün söylemi ne anlama geliyor, sorulardan birisi bu. Diğer okurumuz ise yaşadığı olayın perde arkasını öğrenmek istiyor; bundan bir kaç yıl öncesi birisine terapi yapıyor, kişi iyileşiyor, aradan 2-3 yıl geçtikten sonra ama o kişi okurumuzla yeniden iletişime geçip sıkıntılarım yeniden başladı, size ödediğim paramı geri istiyorum diyor. Neden istiyorsun diye sorduğunda da, siz iyi bir insansınız verirsiniz diye düşündüm, sıkıntılarım için uzmanlara çıkmak istiyorum, onun için para lazım diyor. Bizim okurumuzda parayı iade ediyor, üstünede bir kaç bin lira koyuyor. Bu iki olayın kadersel boyutunu, perde arkasını birlikte değerlendirelim inşallah.
Ölmeden öncesi ölün ile ne kastediliyor? Sorumuzu cevaplamadan öncesi konuyla ile ilgili temel bilgileri size aktaralım inşallah; birincisi bu söylem bir hadismi? Değil. Hadis olarak yayılmış ama; ne diyelim size, üzgünüz ama her zamanki gibi yine kandırılmışsınız. Aradan geçti 1500 yıl, aradan geçti nice alim, neden kimse bunu farkedemedi; üzücü olanda bu, bu süre içinde kimse bunun uydurma bir hadis olduğunu çıkaramadıysa, tam aksi tarih boyunca bu söylem doğrultusunda hareket edip kendilerini hayattan kopardılarsa, buradan İslam alemin ve güya alimlerin güya şıhların içler acısı durumunu siz çıkarın. Hadis olmadığını nereden biliyoruz; hadislerin sahih olup olmadığını anlamanın iki basit yolu var demiştik, birisi o hadisi Ayetlerle, diğeri ise peygamberimizin ahlakıyla çekuptan geçirmek. Bu söylemde peygamberimizin ahlakıyla örtüşmüyor. Nasıl örtüşmüyor; her bir kelimenin mana aleminde bir anlamı var, o kelimeyi kullandığınızda mana aleminde o enerjiyi canlandırıyorsunuz, peygamberimizde kötü anlam içeren kelimeleri kullanıp onları mana aleminde canlandırmazdı. Örneğin ölün kelimesini ümmetine kullanarak ölün kelimesinin mana alemindeki enerjisini ümmetin üzerine salmazdı. Ölüm gelmeden öncesi halinizi düzeltin derdi, ölüm gelmeden öncesi ölüme hazır olun derdi, yani; hazır olun, halinizi düzeltin gibisine mana aleminde pozitif enerji salgılayacak kelimeler kullanır, çevreye negatif enerji salgılayacak kelimeler kullanmazdı. Bu kelimeyi kullanmayacağını başka nereden biliyoruz; peygamberimiz yumuşak huyluydu, lanet ve beddua etmeyi andıran ölün kelimesini ağzına asla almazdı.
Hocam, ölün kelimesiyle gerçek ölüm burada kastedilmiyor, nefsi dürtülerden arınmak, yeryüzü nimetlerinden uzak durmak kastediliyor; bakın arkadaşlar, sizin o kelimeyle ne kastettiğiniz önemli değil, önemli olan kaderin o kelimeyle ne anladığı. Evet, niyetler önemli, fakat sizin niyetiniz nihayetinde kelimenin anlamını değiştirmez. O yüzden Rabbimiz kötü lakaplar takmayın diyor; "Birbirinize kötü lakaplar takmayın" (Hucurat Süresi; 11). Rabbimiz kötü lakap takmayın derken, niyetinize göre takabilirsiniz diyormu; demiyor. Niye; çünkü niyetiniz kelimenin anlamını değiştirmiyor. Siz ne kadar çok ben onu şu niyetle söylemiştim desenizde, kader sizin niyetinize bakmıyor, kelimenin anlamı neyse onu canlandırıyor ve enerji olarak onu size indiriyor. Neden niyete bakmıyor? Niyetler eylemlerimizin içeriğini belirlemez, eylemlerimizin sonucunu belirler, yani o eylem bize sevap olarakmı yazılacak yoksa günah olarakmı bunu belirler. Siz eğer sürekli kötü kavramlar kullanıyor, sonrada niyetim iyi diyorsanız bilinki iyi niyetiniz o kötü kelimenin açığa çıkardığı kötü enerjiyi yok etmiyor. Örneğin; kemal sunal filmlerinde Şaban ismi, aptal, şapşal, gerizekalı gibi çok kötü anlamlarda kullanılır, gökte ise o ismin çok yüce bir anlamı var. Dolayısıyla kader o ismi ne anlamda ne niyette kullandığınıza bakmaz, gökteki anlamına göre hareket eder, ona göre size muamele eder. Ölün kelimesinde de durum bu, siz ne niyetle o kelimeyi kullandığınıza bakılmaz, o kelimenin gökteki karşılığı ne ise ona göre o kelimenin enerjisi size indirilir. Ona göre indirildiğini nereden anlıyoruz; kaderin bu insanları hayattan koparmasından anlıyoruz. Ölmek ne anlamı içeriyorsa, kaderde bu insanları o hale sokuyor.
Hocam amaçda bu değilmi zaten, tüm beşeri arzulardan kopmak; sizin amacınız bu olabilir, fakat kader ne amaçla onu size nasip ediyor, önemli olan burada kader. Tüm beşeri zevklerden uzak durmak her haliyle iyi birşey, bunun neresi kötü olabilir diyorsanız, öyle değil işte, burası bir imtihan dünyası, bu kaçış niyetinizide kader imtihandan kaçma çabası olarak görebilir. Değerli dostlar; yeryüzünde en üst manevi mertebelere peygamberler ulaşmış, onlar dahi yeryüzü nimetlerinden kendilerini mahrum bırakmamış. Neden bırakmamış; çünkü imtihan o nimetlerin içinde. O nimetlerden kendinizi uzak tutmanızı kader imtihandan kaçma çabanız olarak yorumlayabilir, aman dikkat. Üzerinizdeki günah yüküne göre, kader öyle veya böyle size birşeyler yaşatacak, önemli olan üzerimize daha fazla günah yükleyecek olaylar yaşatmaması. Birşey yaşayacaksak biraz daha günahlarımızı dökmemizi sağlayacak biraz daha sevap kazanmamızı sağlayacak şeyler yaşayalım. Bu tür inziva olaylarıda tam tersi bir etki yaratabilir, daha fazla günah yüklenmenize sebep olabilir. Nasıl sebep olabilir; biz imtihan edilmek için yeryüzüne indirilmişiz, kaderde bu insanların çabasını imtihandan kaçmak olarak yorumlayıp o inzivayı aleyhlerine yazabilir.
Örneğin; liseden mezun olmanız için bir sınava girmeniz gerektiğini varsayın, o sınava girmeden imtihanı geçebilirmisiniz? Geçemezsiniz. Bu insanların yaptığı bu, bu insanlar sınava girmezsem, sınavda kalma ihtimalimde olmaz, dolayısıyla kurtulurum diyor. Herkes sınavı vermekle, sorumluluklarını yerine getirmekle meşgulkende siz o sınavdan kaçarsanız, kader bunu hoş karşılamaz. Hayat bizleri eşlerimizle, çocuklarımızla, işimizle, akrabalarımızla, malımızla, devlet ve milletimizle imtihan etmek üzere tasarlanmış, bu alanda bizlere sorumluluk yüklenmiş, ne niyetine olursa olsun, bundan kaçma çabanızı kader hoş karşılamaz. Örneğin; insan var olabilmesi için bir ailesi olması gerek, ailenin var olması içinde sosyal bir düzen olması gerek, sosyal bir düzenin olması içinde bir devlet olması gerek. Herkes Allahın kurduğu bu düzeni (aile, sosyal yaşam, millet ve devlet) ayakta tutmak için çabalıyorken, bu yolda nice acı ve üzüntü yaşıyorken, birilerinin bu sorumluluklardan kaçmasını, o üzüntü ve acılardan kaçmasını kader hoş karşılamaz. Size basit bir soru; Allah nezdinde kim daha çok yükselir, ilahi düzeni ayakta tutanmı, yoksa sorumluluklarından kaçanmı? Tabiiki ilahi düzeni ayakta tutmak için çabalayan, yeryüzü sorumluluklarını yerine getiren kişi yükselir.
Tarihte bunun en güzel örneği Veysel Karani. Annesine olan sorumluluktan ötürü peygamberimiz sav'ı görmeye gitmiyor, gidemiyor. Peygamberimizi sav'ın hırkasını ona nasip eden ama yine bu davranışı, ilk önce ailem demesi oluyor. Bu tür inzivalara çekilenlerin hiç yaşlı annesi ve babası yokmu veya bunlara senin şu şu şu şu sorumlulukların vardı veya senin dilinin veya senin mahrem bölgenin şu şu şu nimetlerde hakkı vardı, sen ne hakla bu sorumluluklarından veya organlarını bu haklardan mahrum bıraktın diye sorulmayacakmı; elbette sorulacak. Bu insanların beşeri isteklerden, hayattan uzak durmaları sizi özendirmesin, bu tamamıyla şeytanların onlara kurduğu bir tuzak, ötesi değil. Şeytan onları iyilikle kandırıyor, onlarda maalesef bu tuzağın farkında değiller. Birisinin tüm beşeri isteklerden uzak durması kulağa belki hoş gelebilir, fakat kader bunu böyle algılamıyor, kader bunu o kişinin tüm imtihan ortamlarından kaçması olarak algılıyor.
Nasıl oluyorda o zaman bu insanlar o hallere dalabiliyor ve kader buna izin verebiliyor; bazıları o kadar lanetliki, onlar hiçbir güzel şeyi hak etmiyor. Ne cinsel ilişki ne de yeryüzünün herhangi bir tadını. O haktan mahrum bırakmak içinde kader onları böylesine saplantılı boyutlara itiyor. Bi' nevi kendi elleriyle kendi infazlarını yaptırıyor. Bazıları ise çok kötü, kaderin onları o aleme sürüklemesinin nedenide tamamıyla günah yüklerini çoğaltmak için. Sizin bilmeniz gereken, eğer beşeri arzulardan uzak durmak insanı yüceltseydi biz melek olarak yaratılırdık, insan olarak değil. Kader birilerini böyle bir ortama sürüklüyorsa, bilinki ya bunun altında bir kıssas var, yani onlar bu hayatı haketmiyor ve kader onları bir infaz sürecine soktu, ya da altında ceza var, yani kader onların günahını artırmak istiyor. Herhalukarda bu işe atılmalarının sonunda sevap yok. Buradanda ne dersi çıkarmanız gerek; beşeri ihtiyaçlardan kaçarak sevap kazanamazsınız, maneviyatta asla yükselemezsiniz. Size açılan perdelerde cinler alemine olur, melekler alemine değil. Kader böylesine inzivalara izin vermiyorsa, o zaman nefsi terbiye nasıl olacak; hayatı yaşayarak olacak. Akıl var mantık var, birşeyi birşeyle terbiye edebilmeniz için o iki şeyi bir araya getirmeniz gerek. O iki şey bir araya gelmezse, nasıl birini diğeriyle terbiye edeceksiniz? Nefsi Allahın nimetlerinden uzak tutarak terbiye edemezsiniz, o nimetlerle yüzleştirerek terbiye edersiniz. Bu insanlar maalesef nefis terbiyesi olayınıda yanlış anlamış. Nefsi evcilleştirilmemiş, doğada serbest ve özgür yaşayan bir at gibi düşüneceksiniz, o atıda siz insanlardan uzak tutarak evcilleştiremezsiniz, tam aksi insanlara yakınlaştıra yakınlaştıra evcilleştirirsiniz.
Hocam atlar zararsız, nefis ise zararlı, onu nimetlere daldırarak daha kötü kılmazmıyız; bu da sizlere anlatılan çok büyük bir yalan, çünkü nefis özünde kötü değil. Kötü olmadığını nereden biliyoruz; yaratıcıdan biliyoruz. Nefsi kim yarattı; Allah yarattı. Allahta hiç kötü birşeyi var edermi; etmez. Eğer var etseydi, o zaman kötülükten doğan tüm zarardan Allah sorumlu olurdu. "Şüphe yok ki Allah, insanlara hiçbir suretle zulmetmez, fakat insanlar, kendi kendilerine zulmederler" (Yunus Süresi; 44). Rabbimiz ben asla zulmetmem diyor, nefis kötü derseniz ama o zaman nefsin insana zulmettiğini, dolayısıyla nefsi yaratan Allahın insana zulmettiğini söylemiş oluyorsunuz. Bu da sizi bir Ayete şirk koşmaya götürür. Nefis nedir o zaman; nefsiniz windows veya android işletim sistemleri gibi bir işletim sistemi. Bilgisayar ve telefon üreticileride tertemiz bir işletim sistemini sizlere nasıl sunuyor, sonrası hangi uygulamaları veya programları yükleyeceksiniz bunu sizin kararınıza bırakıyorsa, Allahta insanı tertemiz bir nefisle yeryüzüne indiriyor, o nefsi iyi veya kötü yapanda sizin yüklemeleriniz oluyor. O nefise duyu organlarınız üzerinden neyi yüklüyorsanız nefisi iyi veya kötü kılan siz oluyorsunuz. O zaman nefsi kötü yapan kimmiş; insanmış. Ayetin dediği gibi, insan kendisine zulmediyormuş. Eğer nefsi özünden kötü sayarsanız, o zaman Allahı kötülükle itham etmiş olursunuz, bu da sizin adınıza hiç iyi olmaz.
Dünya nimetlerinden uzak kalmak bize makam kazandırmıyorsa, ne kazandırıyor? Kefaretler. Biz cennetten geldik, meleklerin arasında yaşıyorduk, cennetten kovulmamıza sebep olanda bir günah oldu. Dolayısıyla tekrar özümüze dönmek için, ait olduğumuz yere geri dönmek için yapmamız gereken tek şey kendimizi günahlardan arındırmak. Bu da ancak kefaretlerle mümkün. Örneğin; siz ne kadar kendinizi dünya nimet ve zevklerinden uzak tutsanızda üzerinizdeki kul haklarını kapatamıyorsunuz. Neden kapatamıyorsunuz; kul hakları başkasının hakkını içeriyor, o hesabı kapatmak içinde başkasına birşey yapmaniz gerek. Dünya zevklerinden uzak durmak ise, kişinin kendisine yaptığı birşey kendisinden başkasını etkilemediği bir şey. Kendinize yaptığınız birşeylede başkasına ait bir kul hakkını kapatamazsınız. O kul haklarını kapatmadığınız müddette içinizdeki şeytanları yok edemiyorsunuz, belki onları evcilleştiriyorsunuz, ama onları yok edemiyorsunuz. O şeytanları yok etmediğiniz müddette ne kader sizden kıssas almaktan vazgeçer ne de melekler alemine açılırsınız. Kefaretler ve dosdoğru bir hayatla o arınmışlığı elde ettik varsayalım, bu durumda nasıl bir hal alırız diye soruyorsanız; cennet vari bir yaşantı içinde olursunuz, gökten size yiyecek iner, istediğiniz an evrenin herhangi bir yerine seyehat edebilirsiniz, acı, soğuk gibi hislerden muaf olursunuz, yaşlanmazsınız. Cennette ne tür bir yaşantı varsa size o yaşantı nasip olur.
Neden cennet vari bir yaşantı; atalarımız cennetten geliyor, siz özünüze, o tertemiz ilk yaratılışa döndükçede kader sizi cennete ve o yaşantıya yaklaştırıyor. Tam arınmayı elde ettiğiniz zamanda melekler alemine perdeler açılır, meleklerde ahiret hayatında olacağı gibi size hoşgeldiniz der; "Melekler de her kapıdan yanlarına varıp onlara şöyle derler: Sabrettiğinizden dolayı size selâm olsun! Bakın, dünya hayatının mutlu sonu ne kadar güzelmiş!" (Ra'd Süresi; 23-24). Kim hz Adem ve Havva anamızın hatasını telafi ederse, onların bedenimize bulaştırdığı kiri temizler, tekrar o arınmışlığı elde ederse, o kişilere Allahu Teala cennet vari bir yaşantıyı taahhüt ediyor. O arınmışlığı elde eden birisi hiç çıktımı? Bunun tek bir örneği var, o da İsa as, o da nitekim sonunda meleklerin arasına alındı. İsa as o arınmışlığa nasıl ulaştı? Doğuştan. Kimin sayesinde; Ruhu'l Kudüs. Ruhu'l Kudüs kim; Hz Mehdi. Ölmeden önce öl hali var ya, herkesin ulaşmak istediği o hal, işte o halin sırrı hz Mehdi'de yatıyor. O çıktığında eğer ona tabi olursanız, kimbilir belki o ayrıcalıklı hali sizde yaşayabilirsiniz.
Bazı evliyaların hali var, onların yaptığı ne? Onların yaptığı tamamen cinni. Örneğin; hiçbir evliya tayyi mekan yapmadı, fiziki anlamda bir mekandan diğerine zıplamadı, yaşanılanlar tamamen cinlerin göz boyamasıydı. Cinler birilerine o evliyanın görünümünde göründü, insanlarda gerçekten o zatın örneğin hacca gidip geldiğini sandı. O zatta ben gitmedim diyemedi, çünkü o cin aynı anda kabeyi o evliyanın gözünün önüne getiriyordu. Şunu çok net anlamalısınız, içinizde şeytanlar olduğu müddet fiziki anlamda bir mekandan diğerine ışınlanamazsınız, çünkü içinizdeki şeytanlar o geçişe engel olur. İstemdışı engel olur, çünkü içinizdeki şeytanlar enerji, siz tayyi mekan yapmak için enerjiye dönüştüğünüzde de o şeytanların enerjisi ile çatışırsınız. Enerjinin içinde enerji varolamaz. Dolayısıyla şeytanlar içinizde enerji boyutunda var olduğu müddet, siz enerjiye dönüşemezsiniz. Ne fiziki anlamda gayp alemine geçiş yapabilirsiniz ne de mekan değiştirebilirsiniz. Geçiş yaptığı iddia edilenlerin hepside hikaye. Eğer tayyi mekan o kadar kolay olsaydı, bu ilk önce peygamberlere nasip olurdu, örneğin Musa as Hızıre'yi bulmak için onca yolculuğu yapmak zorunda olmazdı, doğrudan o mekana kendisini ışınlardı. Buradan peygamberlerin içinde şeytanlar olduğunumu çıkarmalıyız; hayır, müslüman cinler olduğunu ama çıkarabilirsiniz. Neden; çünkü tebliğ orada devam ediyor, o cinlerde oradan cinler alemine yayılıyor. Marvel Sinema Dünyasının Karınca Adam filmlerinde gösterilen quantum alemi gibi, bedenlerimizin içini öylesine ayrı bir dünya olarak düşünmelisiniz. Filmler ile gerçek arasındaki tek fark; iç dünyanızı dezayn eden amelleriniz, gözle gördüğünüz mekanlar. Gözle gördüğünüz mekanlar, örneğin amellerinizin işlendiği mahal, bedeninizin içinde yeniden var ediliyor, o günahtan bulaşan şeytanlarda bedeninizin içindeki o mahale yerleşiyor.
Şimdi gelelim okurumuza, bu okurumuzu kader neden böylesine ilginç bir konuya sürükledi; kader birşeyi karşınıza çıkarıyor, beyninizi birşeyle meşgul ediyorsa mutlaka o konuyla ilgili gökte bir hesabınız var. Bilhassa ne zaman o düşünceler sizde doğmaya başladıysa, o konu sürekli karşınıza çıkıyorsa, bilinki düne kadar o hesap kapalıydı, şimdi ise aktif hale geldi. Her bir hesabın bir vakti var, vakti geldiğinde ve aktif olduğunda da kader bunu düşünce boyutunda size bildirir. Eğer beyninize yeni düşünceler doğuyorsa, yeni şeyler karşınıza çıkıyorsa bilinki kaderinizde yeni birşey aktif oldu. Burada ne tür bir hesap aktif olmuş olabilir; önümüzde dört şık var, ya okurumuzun üzerinde o kadar günah varki, hayatın hiçbir lezzeti ve tadını hak etmiyor, o kıssasın kendisinden çıkma vaktide gelmiş olabilir, ya üzerinde o kadar lanet varki, o lanetler açığa çıkmaması için kader onu hayattan bir müddet koparmak istiyor olabilir, bir müddet hayattan elini ayağını çek, yoksa ben seni felç edeceğim diyor olabilir, ya o kadar kötü birisiki, kader onu bu hayattan koparıp cinler alemine sürüklemek istiyor olabilir, ya da çok büyük bir nimet kapısına dayandı, örneğin mehdilik çağında yaşıyoruz, o da çok basit beşeri ilişkilerden ötürü o kısmeti geri çeviriyor, kaderde onu uyarıyor olabilir, bu fırsatı kaçırma, yeryüzü ilişkilerine fazla takılıyorsun, esas önemli olan şeyleri, senin hak ettiğin, ezelden beri istediğin veya ait olduğun yeri kaçırma diyor olabilir. Kötü birisi olmadığı aşikar, onun dışındaki şıklardan hangisi okurumuz için geçerli, bunuda kendisi düşünmesi gerek. Bu sorunun cevabını biz kendisi adına veremeyiz. Ölmeden önce ölün cümlesi sürekli aklına geliyorsa veya sadece bir kaç günlüğüne geldiyse dahi, kaderin burada kendisine bir mesaj vermek istediği çok açık.
Bir not düşelim; nefsin farklı mertebelerine girmiyoruz çünkü bunlar hurafe. Neden hurafe? Düğmeyi baştan yanlış iliklerseniz geri kalanı yanlış olur olayı var ya, burada yaşadığımız olaylardan birisi bu. Nefis kötü değil, siz ama nefsi kötü der ve tüm şemanızı bunun üzerine kurarsanız, başı doğru değilki sonrası doğru olsun durumuna düşersiniz. Felsefi boyutunda bunların kendilerine kurduğu tuzak bu. Eylem boyutunda düştükleri yanılgı ise, dünya nimetlerinin kötü olduğu inancına sahip olmaları. Bu da keza doğru değil. Dünyevi zevkler dünya zorluklarını, acı ve üzüntülerini dengelemek için indirilmiş birer nimet. Olaya bu boyuttan bakarsanız bizce karlı çıkan siz olursunuz. Bakınız, Allahu Teala bu yaşantımızın bizlere nice acı ve üzüntüler yaşatacağını biliyordu, bunların üstesinde gelebilmemiz içinde yeryüzüne tat ve zevkleri indirdi. Dünya nimetleri yeryüzü acıların karşılığı olarak bize verilmiş. Birileri eğer dünya zevkleri kötü diyorsa, bilinki o kişi dünya acılarını yaşamadı. Dünya acılarını yaşayan birisi, çünkü dünya zevklerinin değerini bilir. Birisinde nasıl sabrediyorsa, diğerinde de şükreder, iyiki bu güzel nimetleri bana nasip ettin Rabbim, yoksa yeryüzü çekilmezdi der. Dünya zevkleri, çalışanlara ödül olsun diye indirilmiş. Kendi elleriyle kendilerini bu nimetlerden mahrum bırakanlardan bilinki yeryüzünde dikili taşı yok, yani o nimetleri hak etmedikleri için kader onları o zevk ve tatlardan uzak tutuyor. Şaşırdınız şimdi değilmi; bardak yarı boşmu yarı dolumu, size hep dolu yönünden olayı anlattılar, bu tür inzivaların çok büyük bir iş olduğunu anlattılar, biz ise hayır, burada bardak yarı boş, bunlar hayrlı insan olduğundan değil, bu nimetleri haketmediklerinden ötürü kader bunları bu ortama sürüklüyor.
Nereden çıktı o zaman nefsin bu mertebeleri; geçmişte elle tutulur bilim yoktu, dolayısıyla insanlar oturdular ve felsefe yaptılar. Felsefe nedir; yaşanılan olaylara anlam yüklemektir. Örneğin; bilim yeni birşeyi icat eder, topluma yeni bir bilgi sunar. Felsefe ne yapar; yeni bir bilgi veya icat sunmaz, var olan bilgilere anlam yüklemeye çalışır. O dönemin alimleride bunu yaptı, oturdular ve nefsi toplum için anlamlandırmaya çalıştılar. Cinler alemindende yardım alarak ortaya 7 farklı mertebe çıkardılar. Bu mertebelerinde başı, sonu, sağı, solu herşeyi yanlış. Oluşturdukları şemada kendi içinde bir mantık ve tutarlılık olabilir, ama bu o şeyin yanlış olduğu gerçeğini değiştirmez. Örneğin; nefsin 7 mertebesi yok, ama insanda 7 şablon var. Eğer bu şemalarını 7 şablon üzerinden açıklasalardı, belki yorumlarında bir haklılık payı bulurduk. Şuanki haliyle ama onlar, isa değil musa, sopa değil asa, dere değil kızıldeniz hikayesinin durumunda.
Tasavvufcular bilimden yoksun, laf ebeliği yapan tiplerden oluşur. O yüzden tasavvufa fazla anlam yüklemeyin. Size bir ton hikaye anlatırlar, ortada ama elle tutulur bir bilgi olmaz. Siz lütfen bunların süslü kelimelerine ve ritüellerine kanmayın. Allah nezdinde en iyi insan en iyi Müslüman üreten ve topluma faydalı olandır, bunlarda ise sıfır üretim sıfır topluma katkı var. Bunlar sizi lafa boğar, anlattıkları kulağa hoş gelir, eyleme gelince ama bunları ortalıkta göremezsiniz. Eylemde gördüğünüz zamanda kendilerine çalışırlar, topluma bir katkıda bulunmazlar. Rabbimiz bunlara yeryüzü tatlarını nasip etmiyor, çünkü hak etmiyorlar. Kişi yeryüzü için çalışır, sorumluluklarını yerine getirirse, Rabbimiz o kişiyi yeryüzü tatları ve zevkleriyle ödüllendirir, çalışmazsa, üzerine düşeni yapmazsa ama, o zaman o zevk ve nimetlerden uzak tutar. Allah nezdinde bunlar lanetli, o yüzden kader bunlara yeryüzünün hiçbir güzelliğini nasip etmiyor. Bir not daha, birileri İslamı ruhbanlık gibi farklı boyutlara çekmeye çalışıyor, bu işin altında bir tuzakta bu olduğunu biliniz. Uzun lafın kısası, hayattan kendinizi koparmayın, içinde yaşadığınız aile ve topluma yönelik sorumluluklarınızdan kaçmayın, her anı yaşayın, tadını çıkarmayıda ihmal etmeyin.
Gelelim diğer okurumuzun sorusuna; Devamı gelecek... -25.03.2024