kefaret oruçları neden en az 10 gün tutulur bölüm 3- atasal yükler
Haftanın konusu: kefaret oruçları neden en az 10 gün tutulmalı, bu yazımızda bu konuyu ele alacağız inşallah, umarız sizin için hayrlı ve aydınlatıcı bir yazı olur. Bilgilerin tekrarı niyetine yazımıza temel bilgilerle başlayacağız, sonrada sorumuzun cevabına geçeceğiz.
- Yazımızın birinci ve ikinci bölümünü kefaret başlıklı bölüme ekledik, gelelim yazımızın üçüncü bölümüne;
O zaman atasal yükleri nereye koymalıyız? Atalar üzerinden olayı okumamızın ana nedeni atalarımızla aynı yükü paylaşıyor olmamız. Bir önceki hayatta benzer amel işleyenler aynı ailenin içine atılmış, dolayısıyla onlar üzerinden kaderi okumak bize şu avantajı sağlıyor; tıptaki genetik tarama gibi, bize erken teşhis ve müdahale imkanı sağlıyor. Atalarımızla aynı kaderi paylaştığımız için onların hayatına bakarak bizlerin bu hayatta ne tür yüklerle karşılaşacağını tahmin edebiliriz. Örneğin; biz bir önceki hayatı hatırlamıyoruz, dolayısıyla yeryüzünde hangi sorunlarla karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Atalarımız ama bizimle aynı yükü paylaştığı ve onlar bizden önce imtihan edildiği için, onların sınav kağıdına bakarak kendi sınavımıza hazırlanabiliriz. Kader onların önüne ne sunduysa bizede aynısını sunacak, dolayısıyla onların kaderinden bi'nevi kopya çekip çok rahat ve çok kolay kendi imtihanımızı tamamlayabiliriz. Bu aslında çok büyük bir lütuf ve ikram. Yeryüzü sınavında nelerle karşılaşacağımızı öğrenmek için örneğin astrolojiye değil atalarımıza bakmamız yeterli.
Biz atalar üzerindenmi geleceğimizi okuyalım yoksa bir önceki hayat üzerindenmi? İkiside olur. İster atalarımızın yanlışları bizden çıkıyor deyin, ister bir önceki hayatta işlediğimiz yanlışların bedelini ödüyoruz deyin, hangisini derseniz ikiside olur. Atalarımızla bizim kaderimiz birbirine düğümlenmiş, onların yaptığı bizi etkiliyor, bizim yaptıklarımızda bizden sonrakilerini etkileyecek. Ortak bir havuzun içine atılmış, iyilik yaparsak o havuzu temizliyor herkes için daha yaşanılır bir yer kılıyoruz, kötülük yaptığımız zamanda o havuzu daha çok kirletiyor, her birey için hayatta kalmayı daha çok zorlaştırıyoruz. O yüzden, ister o borç bana ait deyin, ister atalardan geliyor deyin, ikiside aynı yere varıyor. Örneğin; yaşlılarımıza bir önceki hayatı anlatmak zor olabilir, onlara ama ataların yanlışları çocukları bozuyor dediğiniz zaman bunu daha iyi anlayabilirler. Gençler ise bir önceki hayatı daha enteresan ve ilgi çekici bulabilir, onlarada kaderi ve yaşadıklarımızı bir önceki hayat üzerinden anlatabilirsiniz. Allah iki yoluda hizmetimize sunmuş, hangi size kolay geliyorsa o yoldan anlatın.
Üzerimizdeki borç o zaman aslen ataların değil, bizim? Aynen. O yüzden Allahu Teala başınıza ne geliyorsa kendi elinizle işlediğinizden ötürü gelir diyor. Atasal yük olayına şöyle bakarsanız belki olayı daha iyi etüt edebilirsiniz; bir önceki hayatımızda biz çok berbat bir sınav vermişiz ve o yüzden melekler bizlerin yeniden yaratılışına anlam verememiş. O hayatta biz o kadar kötülük işlemişizki, Rabbimiz bu kullarım bu yükle bir sonraki hayata adım atarsa mahvolurlar, örneğin hayata başlar başlamaz 10 yıl içinde yok olup giderler demiş ve ömrümüzü uzatabilecek, hayatı daha yaşanabilir ve katlanabilir kılmak için çözüm yolları indirmeye karar vermiş. Meleklere sizin bilmediğinizi ben bilirim demesiylede Rabbimiz bu çözüm yollarını kastediyor. Meleklere göre bizim yaradılışımızın anlamı yoktu, çünkü onlar bir önceki hayattan gelen yükümüzü biliyordu ve onların tahminlerine göre biz yeryüzüne indirildiğimizde o yükler aktif olacak ve bizler bir kaç yılın içinde yok olup gidecektik. O yüzden, bizlerin yeniden yaratılışına anlam veremediler.
Onların bilmediği, sadece Rabbimizin bildiği birşeyler vardı ama; neydi bunlar? İbadetlerimiz. Üzerimizdeki farklı yüklere o yüklere antidot olacak farklı ibadet türleri indirmeye karar vermiş Rabbimiz. Başka neler yapmış; yaptıkları iyiliğe karşılık 10 kat ödül vereyim, böylesine üzerlerindeki o ağır yüke karşı o iyilik bir işe yarasın demiş. Başka neler yapmış; kaderi öyle dezayn edeyimki, hangi konuda bir sıkıntı yaşayacaklarsa o konuda muzdarip birini ayaklarına kadar getireyim, ona iyilik yapma fırsatı sunup o konuyla ilgili kendi üzerlerindeki günahı hafifletsinler demiş. Örneğin; karşınıza sürekli belirli konuda sıkıntı yaşayan insanların çıkması. Böyle bir durumda bilinki sizde de o yük var, o sıkıntı bir gün sizde de açığa çıkacak, Allahta o konuda birine iyilik yapmanızı isteyerek kendi yükünüzden kurtulmanızı istiyor. Yani, insan iyilik ettiğinde başkasına değil, aslen kendisine iyilik eder.
Başka neler yapmış Rabbimiz; fiziki bedenlerini 7 tane şablonla destekleyeyim, bazı günahların diyetini bunlar gayp aleminde o şablonlar üzerinden ödesin demiş. Örneğin; rüyanızda bir kaza geçirdiğinizde ve bunu canlı canlı yaşadığınızda bilinki bir şablonunuz uyku halinde bedeninizden koptu ve gayp aleminde gerçektende o kazayı yaşadı. Deja vu denilen olay var ya, işte bu da keza şablonlarınızla ilgili. O yaşadığınız anı, şuan bedeninizi kontrol eden şablon daha önce gayp aleminde yaşadı, şimdide o anı hatırlamış oldu. Yani, Rabbimiz üzerimizdeki günah yükünü 7 şablona yaymış. Birisi kaldıramaz o yükü, ben bunu dağıtayım demiş. Başka neler yapmış Rabbimiz; benzer günahları olanları ben aynı ailenin içine atıp o borcun sorumluluğunu bir kişinin üzerine değilde nesillere yayayım demiş. Kaç nesil? Toplam 4 nesil. 7 ata baba taraftan 7 ata anne taraftan, toplam 4 nesil. Kendimizide sayarsak Allahu Teala üzerimizdeki günah yükünü toplam 15 kişiye paylaştırmış.
Bir önceki hayattan getirdiğimiz yük 4 nesile serpiştirilmiş, tek kişiye değil, öylemi? Aynen.
O zaman herhangi bir ata bir günahı kapatsaydı, herkes bir kaç günahı kapatsaydı, o zaman bir sonraki nesillere bir yük kalmaz ve biz çok rahat bir hayat yaşayabilirdik? Aynen. Örneğin menzil cemaatindeki kardeşler arasındaki kavga. Eğer bunların atası 80-90 yıllık ömründe sadece haramla ilgili sadece bir günahı kapatsaydı, Rabbim şuan çocuklarını böylesine küçük düşürücü bir duruma düşürmez, onların gerçek yüzünü milyonlara ifşa etmezdi. Kimin mirasını paylaşamıyor bunlar; atalarının. Kim bunları bu küçük düşürücü duruma soktu; ataları. Yeryüzünde bıraktığı miras buysa, şimdi birde bunun ahiret hayatına götürdüğü mirası ve kabir hayatındaki akıbeti siz düşünün. Bu noktada sizin bilmeniz gereken; bu hayatta yaşadıklarımız iç dünyamızın dışa yansımasıdır. Hayatımız bir aynadır. Neyin aynası; iç dünyamızda taşıdığımız 4 nesil yükün aynası. Hayat kıssas üzerine kurulu olduğu, amel defterimizde hangi yük varsa onun karşılığını aldığımız için, hayatlarımız iç dünyamızın bir aynası diyebiliriz. Evet, biz insanların kalbini ve içinde yaşadıklarını bilmeyebiliriz, fakat bu o kişinin bizden gizli kalacağı anlamına gelmiyor.
Allahu Teala öyle bir düzen yaratmışki kimseyi gizemde bırakmamış, iç dünyasında taşıdığı yükün hayatına yansımasına müsaade ederek o kişinin ne mal olduğunu görmemizi istemiş. Neden bunu istemiş; kötü kişilerden korunmamız için, ama aynı zamanda insanları kötülükten caydırmak için. İnsanın amelleri gizli kalırsa insan kötülüğe kayar, nasıl olsa kimse görmeyecek der ve kötülük işler diye, Rabbimiz işlenen kötülüğün gizli kalmayacak şekilde bir düzen yaratmış. Kişi bir günah işlediğinde, bu günah eninde sonunda bana ve nesillerime geri dönecek, onlarda aynı günaha maruz kalacaklar ve insanlar bunların başına bu geldiyse demek bunlarda bu günahı işledi diyecek, ben en iyisi bu günahtan uzak durayım ve ailemi bu utanca maruz bırakmayayım desinler ve günahtan uzak dursunlar diye, Allahu Teala kişinin amelleri dışa yansıyacak şekilde bir düzen yaratmış. Bu düzende kimse gizlenemiyor, başına birşey geldiğinde bi'nevi kendi günahı ifşa oluyor.
Atalarımız o ortak borçta kendi üzerlerine düşen payı ödemediği için biz doğar doğmaz büyük sıkıntılarla boğuşuyoruz, öylemi? Aynen. Biz o atalarla aynı yükü paylaşıyoruz, eğer onlar o yükün kalkması için çaba gösterselerdi, en basiti kötülükten sakınsalardı, o yüklerle biz şuan yüzleşmeyecektik. Onlar üzerlerindeki payı ödemediği için biz şuan kendimizi çok ağır bir yükün altında görüyor ve Allaha ve kadere isyan ediyoruz. Halbuki isyan edilecek bir durum yok. Rabbim merhameti gereği o yükü hafifletmek için elinden gelen imkanları sunmuş. En basiti, üzerimizdeki borcun ödenmesi için o borç defterimizi bizden 100 yıl öncesi açmış. Bizden 100 yıl öncesi doğan atamıza (1. nesil) bizim borcu kapatmak için imkanlar sunmuş. Velevki o ata fırsatı değerlendiremedi, Allah aynı imkanları bir sonraki nesile (2. nesil) sunmuş. Velevki o da fırsatı değerlendirip borçları kapatmadı, Allah bir sonraki nesilede (3. nesil) fırsat tanımış. Onlarda fırsatı değerlendirmeyince o zaman hapı siz (4. nesil) yutuyorsunuz. Siz doğmadan öncesi sizin kaderinizi değiştirmek için toplam 3 defa 3 nesile fırsat sunuluyor. Buradanda Allahın merhametini siz çıkarın.
O zaman biz bu hayatta aslen ataların yüküyle değil, onların ortak bir anlaşmaya riayet etmemeleri, ortak borçta üzerlerine düşen payı ödememeleriyle yüz yüzeyiz? Aynen. Bir önceki hayattan getirdiğimiz yük bize temas etmeden öncesi bizden önceki 3 nesil onları eritmesi ve hafifletmesi gerekiyordu, etmeyince biz doğar doğmaz bir önceki hayattan getirdiğimiz yüklerin gerçekliğiyle yüzleşiyoruz. Allahu Teala bir borcu 15 kişiye paylaştırmış. İstemişki borç ödeme (günah eritme) olayı atalardan başlasın, yeni doğanda değil. Kişi yeryüzüne adım atmadan öncesi ataları o ortak borçları ibadetlerle, iyilikle, kötülüklerden sakınarak ödesin ve yeni doğanlar çok hafif bir yükle hayata gözlerini açsın. Atalar üzerlerine düşen bu sorumluluğu yerine getirmeyince ama, yeni doğan çocuklar bir önceki hayatın yükünü tüm ağırlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyor.
Bu borçlar bizden nasıl tahsil ediliyor? Borcun tahsilat vakti geldiğinde siz bir infaz sürecine sokuluyorsunuz, hangi konuda borçluysanız o konuyla ilgili ya bir musibet yaşıyorsunuz ya da yıllarca sıkıntılı bir süreçten geçiriliyorsunuz. Biz buna infaz süreci diyoruz. Siz veya atalarınız o ana kadar borcunuzu ödeyip ödemediğinize kader bakıyor, ne kadar ödediğinize bakıyor (sadaka, hayır, kefaret vs), ödemediyseniz veya halen açık borcunuz varsa, geri kalan borcun tahsilatı için kader sizi alıyor ve kodeste atıyor. Kodestle burada neyi kastediyoruz; o konuyla ilgili yeryüzü nimetlerinden örneğin sağlık örneğin mutluluk örneğin huzur vs mahrum bırakılıyorsunuz. Ne zamana kadar? O konuyla ilgili borç sizden tahsil edilinceye kadar.
O yüzdenmi biz kefaret oruçları tutuyoruz? Aynen. Borçluysanız, size kamu davası açılıyor ve o borç sizden tahsil ediliyor. Bu borçtanda kaçış yok. Örneğin yeryüzünde borçtan kaçabiliyorsunuz, ama kaderden kaçamıyorsunuz. O borcuda değerli dostlar illa kodeste, mutluluk, huzur ve sağlıktan uzak geçirerek ödemek zorunda değilsiniz. Borcunuzu kabul eder ve kaderle bir geri ödeme planı yaparsanız, ki kefaret oruçları ile bunu yapıyorsunuz, o zaman kader üzerinizdeki bu infaz sürecini kaldırabilir ve sizi o sıkıntılı sürecin içine sokmaz.
Sıkıntılarımızdan kurtulmak bu kadar basitmi? Evet, bu kadar basit. Bilenle bilmeyen hiçbir olurmu? Olmaz tabiiki. Eğer ilim sahibi iseniz hayat size kolay geçiyor. Neden; çünkü sürekli doğruyu yapıyorsunuz. Eğer ilim sahibi değilseniz, o zaman hayat size zor geçiyor. Neden; çünkü sürekli yanlış yapıyorsunuz. Hayatta sürekli o yanlışların bedelini size ödetiyor.
Madem sıkıntılarımızdan kurtulmak için kefaret yetiyor, madem yeryüzünde huzur bulmak bu kadar kolaydı, neden bunu topluma birisi daha önce anlatmadı, örneğin peygamberimiz sav? Her ilmin bir vakti var, bu ilmin açığa çıkma zamanıda dün değil, bugündü. Neden dün değilde bugün? Bunun iki ana nedeni var; birincisi ahir zamandayız ve ahir zamandaki topluluğun üzerindeki günah yükü bir önceki çağlara göre çok daha ağır. Nuh kavmi kadar ağır. Günümüz çağında atalar hiçbir borç ödememiş, tam aksi biriktirmiş, bu borçlarda katlana katlana günümüz neslini gelmiş. Günümüz nesli boylarını aşan borçlarla karşı karşıya. Bu durumda da iki şey gerçekleşir; ya helak ya da ilahi yardım iner. Yaşanılacak olanda bu; bir kısmına helak inecek, bir kısımda kefaretlere sarılıp kendini kurtaracak. Örneğin; peygamberimiz dönemindeki toplum böylesine ağır bir yüke sahip değildi, peygamberimiz sav iman etmeleri huzura kavuşmaları için yeterliydi.
Bir çok kişinin ama kefaret oruçların hadislerde olmadığını, dolayısıyla bunun İslamda yeri olmadığını iddia ediyor? Bu insanlar bir çok şeyi anlamış değilde, biz bizimle ilgili yanlışı düzeltelim; bilim nedir? Bilim en basit tanımıyla, bir sonucu tekrarlama sanatıdır. Siz eğer birşeyi yapıyor ve her defasında aynı sonucu alıyorsanız o zaman siz bir ilim sahibisiniz. O ilim neyle ilgiliyse bunada bir ad koyuyor ve buna şu bilim dalı diyorsunuz. Örneğin; kefaret orucu tutuyor ve her defasında bir sıkıntıdan kurtuluyorsanız, yani olumlu sonucu tekrarlayabiliyorsanız o zaman buna ilim denir. Konu kefaretse, o zaman buna arınma ve huzura kavuşma bilimi denir. Şimdi; hadisler nedir? Hadislerin en basit tanımı; hadisler Ayetlerin uygulamaya geçmiş halidir. Bu tanıma itiraz eden varmı? Yok. Eğer hadisler Ayetlerin uygulama boyutu ise, o zaman her hadis kendisini bir Ayete dayandırmak zorunda diyebilirmiyiz? Diyebiliriz. Soru o zaman şu; peygamberimiz sav her Ayetin içeriğini bundan 1500 yıl öncesi uygulamaya geçirdimi? Hayır geçirmedi, çünkü bir çok Ayetin içeriği farklı çağlarda açığa çıkması takdir edilmiş. Kur'an-ı Kerimin hükümleri kıyamet anına kadar tüm topluluklar ve çağlar için geçerli olacağı için, Rabbimiz kutsal kitabımızın tüm içeriğini bir çağa boşaltmamış, sonraki çağlarada birşeyler saklamış.
O zaman bir soru daha soralım; eğer kutsal Kitabımızın çok az miktarı peygamberimiz sav çağında açığa çıktıysa, günümüz çağında açığa çıkan bilgileri peygamberimiz sav hadisleriyle teyit etmeye çalışmanın ne anlamı var? Hiçbir anlamı yok. Bunu yapanların ne hadislerin tanımını ne Ayetlerin amacını biliyor ne de İslamdan bi' haber.
O zaman bir çok bilgi günümüz çağına ayrılmış, öylemi. Aynen. Kur'an-ı Kerimin bazı kuralları evrenseldir, örneğin ahlak ve etik kuralları. Her çağ için geçerli bu kurallarıda peygamberimiz sav'da görebilir, bunları hadislerinde arayabilirsiniz. Fakat konu Kur'an-ı Kerimin içerdiği ilimlere ve bunlardan türeyen bilim dallarına gelince, bunu peygamberimiz sav hadislerinde aramayın. Neden; çünkü ilimler çağlara göre ayrılmış. Her çağ için bir ilim takdir edilmiş ve o ilimler o çağın vakti geldiği zaman açığa çıkıyor, öncesi değil. Her çağın Kur'an-ı Kerimden bir nasibi var, kefaretle ile ilgili ilimde bizim çağımızın nasibi, bir önceki çağların değil. Bizim çağımızın nasibi olduğu içinde bunu peygamberimiz sav hadislerinde aramayın. Kefaret bilimi Kur'an-ı Kerimin bizim çağa sunduğu bir ilimdir, bizim çağımıza ait olan birşeyide 1500 yıl öncesinde aramayın. O ilimden bizim çağımızın faydalanması istenmiş, 1500 yıl önceki toplum değil. Peygamberimiz sav hadislerinde evrensel, her çağ için geçerli ilim veya kuralları arayın, ama belirli çağlara ait ilimleri değil.
Örneğin peygamberimiz sav'ın dolunay süreçlerinde 3 gün oruç tuttuğu görülmüş veya pazartesi perşembe gibi haftanın belirli günlerinde oruç tuttuğuda görülmüş. Buradanda biz anlıyoruzki o dönemden bugüne kadarki çağların oruçtan ve içerdiği ilimden nasibi bu kadarmış. Her çağ ihtiyaç duyduğu kadar bir ilimden nasibini alır, o çağlarada demek bu kadar bilgi yeterliymiş. Bizim dönem için ama demek bu yeterli değilki, Allah oruçla ilgili bir bilgiyi daha bizlere sunuyor, dönemimizde açığa çıkarıyor, o da kefaret orucunu. Nasıl açığa çıkarıyor; Rabbimiz herşeyi kutsal Kitabımız Kur'an-ı Kerimde gizlemiş, o ilmin açığa çıkma vakti geldiğinde de, o ilmi açığa çıkarmayı en çok kim hak ediyorsa onu aracı kılarak açığa çıkarıyor. Örneğin; kefaret arınmakla temizlenmekle ilgili, bu durumda en çok kim arınmayı ve temizlenmeyi hak ediyorsa, onun üzerinden o bilgiyi açığa çıkarıyor. Neden biz çıkarabildikte bir önceki çağlar çıkaramadı? Demek o bilgi bizim çağımızın hakkıymış. Birileride bunu reddediyorsa, demek arınmak ve temizlenmek onların hakkı ve nasibi değil.
Biz o zaman hadisleri Ayetler ile teyit ediyoruz, öylemi? Aynen. Kur'an-ı Kerimi anayasa kitabımız, peygamberimiz sav'da o anayasanın nasıl uygulanacağını bize gösteren bir başbakan gibi düşünebilirsiniz. Hadisler hakkında ne demiştik; Ayetlerin 1500 yıl öncesi uygulamaya sokulma hali demiştik. Hadisler Ayetlerin hayat buluş hali olduğu ve peygamberimiz sav'da kendi kafasına göre hareket etmediği için tüm hadisler kendisini mutlaka Ayetlere dayandırır. "Eğer o (Resul) bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu kudretimizle yakalar, sonra da onun can damarını keser koparırdık" (Hakka Süresi; 44-46). Bu da bizler için çok büyük bir nimet, çünkü biz bu sayede bir hadisin sahte olup olmadığını çok rahat belirleyebiliyoruz. O hadisi Ayetlerle çekup yapıyor ve doğruluğunu teyit edebiliyoruz.
Bunu yasama, yürütme ve yargı organları gibi düşünün; burada yasama organı Allahu Teala. Allahu Teala bizlere yasaları çiziyor ve bize indiriyor. Biz bu anayasa Kitabımıza Kur'an-ı Kerim diyoruz. Peygamberimiz sav da bunun yürütme görevini üstleniyor. Günümüz devletlerinde de bir devlet başkanı nasıl tüm eylemlerini o ülkenin anayasasına dayandırmak zorundaysa, Allahın kurduğu düzende de her Allah elçisi söz ve eylemlerini Allahın yasalarına (kutsal kitaplar) dayandırmak zorunda. Doğru bir hadiste zaten bunu yapar, kendisini Allahın Ayetlerine dayandırır. O yüzden sahte hadisleri ayırtetmek bizler için çok kolay, çünkü ortada 1500 yıldır hiç bozulmayan anayasa kitapçığımız var. Bir elçinin sözleri doğrumu yanlışmı, biz bunu anayasa kitapçığımıza bakarak çok rahat teyit edebiliyoruz.
Hadislerle Ayetleri teyit edebilirmiyiz? Hayır, edemezsinz. Eğer etmeye kalkarsanız, o zaman haşa hadisler ile Allahın sözlerini teyit etmeye kalkışmış olursunuz bu da sizi şirke götürür. Unutmayınız, Ayetler Allahın sözleri, hadisler ise peygamberimiz sav söz ve eylemleri. Allahın sözleri üzerinede siz başka birisinin söz ve eylemlerini koyamazsınız. Birde şu var arkadaşlar, Allah kendi kelamını koruyacağına dair bize söz veriyor; "Şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik ve şüphe yok ki, O'nu her türlü bozulmadan da biz koruyup muhafaza edeceğiz" (Hicr Süresi; 9). Örneğin peygamberimiz sav sözleri böylesine bir koruma altında değil. O yüzden ortalık hurafe hadislerle kaynıyor. Elimizde böylesine korunmuş ve bizler için muhafaza edilmiş bir kaynak varken, peygamberimiz sav veya başka bir şeyi bahane ederek Allahın Ayetlerini teyit etmeye kalkışırsanız, bilinki bu şeytanın size kurduğu tuzaktan başka birşey değil.
Kısacası, peygamberimiz sav söz ve eylemlerini Ayetlerle teyit edin, hadislerle ama Ayetleri teyit etmeye kalkışmayın. Onay makamı her zaman Allahın Ayetleri. Örneğin; bizler kefaret orucundan bahsediyorsak, böyle birşey gerçekten varmı yokmu bunu öğrenmek istiyorsanız, yapmanız gereken tek şey kutsal Kitabımızı açıp okumak. Teyiti hadislerle değil Ayetlerle yapın. Ayetlerle teyitini yapamadığınız birşeyden de uzak durun. Eğer ama Ayetlerle bunun teyitini yapıyorsanız, o zaman bunun uygulamasını öğrenme niyetine hadisleri araştırabilirsiniz, o Ayeti onaylamak için ama araştırma yapamazsınız. Örneğin; kefaret oruçlarını Ayetlerde buluyor, hadislerde ama bulamıyorsanız, o Ayeti yok sayamazsınız, demek o dönem Allahu Teala bunun peygamberimiz sav tarafından uygulamaya sokulmasını istememiş diyebilirsiniz ancak.
Örneğin; kefaret orucuyla ilgili bir Ayeti hadislerle çekup etme şansımız varmı? Yok. Neden yok; çünkü o bilgi o çağda ortaya çıkmamışki peygamberimiz sav söz ve eylemlerinde onu arayısınız. Kutsal kitabımız her çağın bilgisini içeriyor, bu çağda açığa çıkması takdir edilmiş bir bilgiyide siz 1500 yıl öncesi arayamazsınız. Siz eğer apaçık Ayetlerde geçenleri hadislerde geçmiyor, hadislerle bunu teyit edemiyorum diye reddediyorsanız, bilinki şeytanın tuzağına düşmüşsünüz. Şeytan insanı kötülükle kandırmaz, iyi birşey yaptığını zannederek kandırır. Bu durumda da sizi hadisler üzerinden kandırıyor. Birisi ben Allah için arınmak daha temiz bir kul olmak istiyorum diyor ve Allahın farz kıldığı bir ibadete (oruç veya fakirleri doyurmak) yöneliyor, sizde ona bu süreçte destek olma yerine onu caydırmaya çalışıyorsanız, bir Müslüman olarak bir Müslümanın arınma çabalarına karşı çıkıyorsanız, bilinki şeytana hizmet ediyorsunuz. Hadisler şunlar bunlarda şeytanın sizi kandırmak için uydurduğu bahaneler. O kişiye maşallah ne güzel bir yola çıkmışsın, Allaha sığınmaktan Allahtan medet ummaktan Allahın farz kıldığı bir ibadeti yerine getirmekten daha güzel ne olabilir, Rabbim niyetini tamamlamayı bu yolda muaffak olmayı, bizlerede bir gün bu ameli işlemeyi nasip etsin deyip kişiyi o yolda desteklemek sizin için daha hayrlı bir davranış olacaktır diye düşünüyoruz.
Bu ilim neden bizim yüz yılda çıkması takdir edilmiş o zaman; işte bunun bir nedenide çağımızın elçisi, hz Mehdi ile ilgili. Hz Mehdi olarak bilinen kişi aslında Ruhu'l Kudüs. Ruhu'l Kudüste tertemiz bir varlık. Onun yüzü suyu hürmetinede Rabbimiz onun ineceği ve yaşayacağı yeri (türkiye) temiz kılmak istemiş. O temizliği elde etmenin tek yoluda kefaret ilmi. Hani altın çağ ve altın nesilden bahsediliyor ya, işte o altın çağ ve altın nesil ile kefaretlerle kirlerden arınan toplum kastediliyor. Mehdinin çağında yaşayanları değil, onun çağında kirlerden arınıp onunla aynı mekanda yaşamayı hak edenler kastediliyor. Örneğin; arınmamış olanlar onunla aynı ülkede aynı topraklarda yaşayamayacak.
Ramazan orucu borcum varsa, bu durumda kefaret orucu tutmak ne kadar mantıklı? Bu sorunun cevabıda çok basit; Ramazan orucu borcu Allahadır, kefaret orucu borcu ise bir kula, Allahta ilk önce kula olan borcunuzu kapatmanızı ister. Neden; çünkü Allahın o ödemeye ihtiyacı yok, ama kulun var. Bir esnafa bir akrabanıza borcunuz var, ama siz o borcu kapatmak yerine afrikada su kuyusu açtırıyorsunuz, bu durumda borçlu olduğunuz kişi sizi kınamazmı? Kınar. Dolayısıyla ilk önce insanlara olan borçlarınızı kapatın. Tüm borçlarınız için bir geri ödeme planı yapın, gerek ramazan orucu borcu gerek kefaret oruçları, tüm borçlarınızı ödemek için samimi bir niyet kurun, sonrası kula olan borcunuz ile başlayın, Rabbimiz sabırlıdır, sizi bekler hiç merak etmeyin.
Ayrıca, Ramazan orucu borcu ile kefaretler aynı anda da yapılabilir. Üzerinizde kul hakkı var ve siz bunu kapatmak istiyorsanız, illa kefaret orucu tutmak zorunda değilsiniz, kefaret niyetine fakirleride doyurabilirsiniz. Bu sayede, aynı anda hem bir kula olan borcunuzu kapatabilir hem Allaha olan ramazan orucu borcunuzu. Kefaretler sadece oruçla yapılmıyor, fakirleri doyurarakta üzerinizdeki kul borçlarını kapatabilirsiniz. Yeterki siz borçlarınızı kapatmak için samimi bir yola girin, çözüm yolları bol. Bir ömür borçlarına karşı duyarsız yaşayan birisi hayatını düzeltmeye niyetleniyorsa, lütfen, bu sayılmaz, Allah borcu varken kula olan borç kapatılmaz gibi boş sözlerle kişinin motivasyonunu kırmayın. Eğer birisi bir ömür salladığı borçları kapatmaya niyetleniyorsa, ister kul hakkı ister Allah hakkı, bir yerden başlasında nereden başlarsa başlasın deyin ve kişiyi o yönde motive edin inşallah.
Kişi üzerindeki bir yükten kurtulmak için böylesine bir arınma sürecine girdi diyelim, kişi ama o konuda veya farklı konularda günah işlemeye devam ediyorsa ne olur? Günahkar birisiyse ona zaten oruç nasip olmaz. Hacı hoca, zikir, muska, bilinçaltı terapileri vs nasip olur, yani başka bir günah içeren eylem nasip olur, arınma içeren oruç ama nasip olmaz. "Onun arınmasından sana ne" (Abese Süresi; 7). "Onları hidayete iletmek sana düşmez. Allah dilediğini doğru yola iletir" (Bakara Süresi; 272). Bu Ayetlerden biz şunu net anlıyoruz; siz veya bizler kişiyi imana getiremiyoruz, Allah getiriyor. Arınmak bir nasip meselesi ve bu nasibi Allah bizzat kendisi belirliyor. Sorunun cevabı; günahkar insanlara arınmak nasip olmaz, eğer oluyorsa tamamlamak nasip olmaz, eğer tamamlamak nasip oluyorsa, devamını getirmek nasip olmaz. Hak ettiği kadar payını alır, ötesi nasip olmaz. Bir sıkıntınızın işlediğiniz bir günahtan ötürü geldiğine inandığınızı, o günahın kefareti içinde yola koyulduğunuzu varsayalım, siz bir yerden arınmaya çalışırken diğer tarafta da o günahkar hayatınıza devam ederseniz, o arınma süreci sizin hayrınıza sonuçlanmayacağı aşikar.
Madem günahların sıkıntılara yol açtığına inandınız, halen günahkar bir hayat içinde kalmanın ne anlamı var? O günahlarında sizde bir gün sorun açacağı ortada. Sonuçlarının olacağını bile bile haltı işle, sıkıntı başavurduğu zamanda kefarete yönel, sizce Allah o kefaretleri kabul edermi? Etmez. Bile bile yanlışı yap, başın derde girdiği zamanda kefaretle infazdan kurtulmaya çalış, yok öyle yağma. Arınma tövbe içerir, tövbede parça parça olmaz, belirli günahlar için tövbe, ama diğer günahları bile bile işlemeye devam et olmaz. Eğer arınmak istiyorsanız mutlaka hayatınızı bir bütün olarak ele almanız gerekiyor. Zaten biz bu kefaretleri günahlardan uzak duran, kendi günahlarından ötürü değilde ataların işlemiş olduğu günahlardan ötürü hayatları mahvolan insanlara öneriyoruz, aktif olarak günahların içinde yoğrulanlara değil. "Allahın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah herşeyi bilendir, hikmet sahibidir. " (Nisa Süresi; 17).
Gelelim şimdi, kefaret oruçlarında neden en az 10 gün tutmamız gerektiğine... devamı gelecek -17.01.2025