• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

bilinmeyenler ve bilinmesi gerekenler............     
"Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir" (Mücadele Süresi; 58).







kefaretle ilgili sık sorulan sorular bölüm 2


Bölüm 2


Günahlarımız bizi nasıl etkiliyor?
Günahlarımız bizleri rehin alıyor. Hangi uzuvla, organla günah işliyorsanız, kimin hangi malına, hangi beden parçacığına zarar verdiyseniz, o parçacıkların tümü sizde de rehin alınıyor. Sizde yoksa, sizden sonraki nesilleriniz o nimetleri elde ettiğinde, o nimetlere el konuluyor. O yüzden Rabbimiz, insan kazandığı şeyin rehinidir diyor; "Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir" (Müddessir Süresi; 38).

Bu rehin alma nasıl gerçekleşiyor? Birisinin hakkını yediğinizde Allah kişiye hakkını iade etmenizi bekliyor. Etmediğiniz zaman, aleyhinize bir kamu davası açılıyor ve rızkınızı hesaplayan levh-i mahfuz alacaklılar adına verdiğiniz zarar kadar üzerinize bir haciz koyuyor. Neye haciz konulacağını nasıl belirliyor? Kıssas kuralına göre belirliyor; "Bir kötülüğün karşılığı, onun denginde kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükafatı Allah'a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez" (Şura Süresi; 40). Siz başkasında ne tür bir hasara sebep olduysanız, hangi malına veya beden parçasına zarar verdiyseniz o mal ve beden parçacığı sizde rehin alınıyor. Rehin alındıktan sonrası ne oluyor? O borcu gönüllü kapatmanız için levh-i mahfuz size uyarı mektupları gönderiyor, o konuyla ilgili kaza, kavga veya gürültü, olumsuz birşey yaşatıyor.

Bu noktayı anlamanız çok önemli, üzerinizdeki borç zorla sizden tahsil edilmeden öncesi siz uyarılıyorsunuz. Yeryüzündeki kurumlar bir borcu sizden zorla tahsil etmeden öncesi sizi nasıl uyarıyor, size tebligatlar gönderiyorsa, levh-i mahfuzda sizi uyarıyor? Nasıl uyarıyor? Levh-i mahfuz günlük rızkımızı belirlediği için, günlük rızkınız üzerinden bizi uyarıyor. Örneğin; hangi konuda haciz gelecekse, o mal ile ilgili ufak bir kaza yaşıyorsunuz, o konuyla ilgili bir kavga gürültü yaşıyorsunuz, bazende o konuyla ilgili vesveseler alıyorsunuz. Örneğin; bir konu hakkında sürekli endişe içerikli duygular alıyorsanız, uyarıldığınızı biliniz. Allah kullarına bir mesaj iletmek istediğinde, hayrlı mesajlar için hayrlı kullarını kullanır, şer içerikli mesajlar için kötü kullarını. Levh-i mahfuz sizin rızkınızı hesaplarken cinlerin rızkınıda hesaplıyor, dolayısıyla size inen bazı rızıkları onların üzerinden size ulaştırabilir. Bu uyarıları görmezden geldiğinizde ne oluyor? İnfaz süreci başlıyor. O borç zorla sizden tahsil ediliyor. Nasıl ediliyor? Rehin alınan eşya üzerine musibetler peyderpey inerek. Örneğin; kolunuz rehin alındıysa kolunuza bir musibet iniyor, böbrekleriniz rehin alındıysa böbreklere iniyor, çocuklarınız rehinse çocuklarınıza vs.

İnfaz süreci ne kadar sürüyor? Kişiye yaşattığınız mağduriyet kadar. Çoğu zaman bir ömür.

Kefaret ne yapıyor? Rehin olarak alınan beden parçalarınızı, malınızı, canınızı ve çocuklarınızı özgürlüğe kavuşturuyor, o infaz sürecinden sizi kurtarıyor. Siz ve atalarınız az veya çok birilerin hakkını yedi, dolayısıyla birilerine borçlandı, levh-i mahfuzda alacaklar adına size bir kamu davası açıyor ve sizi bu konuda bir kaç yıl uyarıyor. Bir borcunuz var, lütfen borcunuzu kapatın uyarısını size yapıyor. Bu uyarıları dikkate alır ve bol hayr, sadaka yaparsanız ne olur? Sadaka ve hayrlar kefaret olarak kabul edilmediği için haciz kalkmaz, fakat size yaşatılacak olan sıkıntıların oranı azalır. Uyarıları dinlemezseniz ne olur? Levh-i mahfuz haciz memurlarını (kötü insanlar, hastalıklar ve musibetler) size musallat eder, onlarda hayatınızı zindana çevirir. Neden zindan; çünkü infaz süreci başladı, infaz süreci başladığında da kader laylaylom bir hayat yaşamanıza müsaade etmez. Neden etmez; kıssas kuralı, siz kişiyi mağdur ettiğinizde o nasıl hüzünlü ve mutsuz bir döneme sürüklendiyse, siz o borç için bir infaz sürecine girdiğinizde sizede aynı duygular yaşatılır, mutsuzluk ve hüzün, yani o süreçte mutlu olmanıza izin verilmez.

Bu yeryüzünde insan eliyle işletilen adalet sisteminde de böyle değilmi, kişi infaza girdiğinde zindana atılmıyormu? Rabbimiz yeryüzündeki düzeni ilahi düzen doğrultusunda var etmiş, bu sayede birisine bakarak diğerini daha iyi anlayabiliyoruz. Bu infaz süreci ne kadar sürer? O borç kapanıncaya kadar.

O borç kapanınca huzura kavuşuyormuyuz? Genellikle değil. Hani borç kalkınca üzerimizdeki infaz kalkıyordu? Evet, kalkıyor, fakat üzerimizde o konuyla ilgili veya başka konularla ilgili o kadar günah varki, birisini kapattığınızda bir diğer günahın infaz süreci başlıyor. O zaman biz tüm ömrümüzü zindan da geçiriyoruz? Aynen. Kişilerin hayatına baktığınız zamanda zaten bunu görüyorsunuz, bir türlü hayatta dikişi tutturamıyorlar, huzur ve mutluluk bulamıyorlar. Bu kadar ağır geçmesinin nedeni ne? Atalarımız her yaşta günah ve her yaştaki birisine günah işlemiş, en basiti goy gıybet ve iftira gibi günahlar, bunların kıssaslarıda siz o yaşa geldiğinizde aktif oluyor, dolayısıyla her yaşınızda yeni sorunlar ve sıkıntılarla, yeni günahların diyetini ödemekle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bir sorunu halletmeden kader size başka bir yerde başka bir sorun açıyor. Asla huzuru yakalamanıza müsaade etmiyor.

Bunu biraz daha açalım; Levh-i mahfuz kaderinizi yıllık hesaplıyor, muharrem ayında da yıllık size indiriyor. Atalarımız her yaşta bir günah, her yaş gurubundaki birisine bir yanlış yaptığından ötürüde her yaş yılımızda biz yeni günahların infazıyla karşılaşıyoruz. Varolan borçlar kapanmadan, her yıl omuzumuzdaki yüklerden bir kaçı daha aktif oluyor, aile içi kıssaslar, iş hayatıyla ilgili, sağlık, mal ve çocuklarla ilgili derken, kıssaslar her yıl katlanarak geliyor, birisi kapanmadan diğeri aktif oluyor, biz birisiyle uğraşırken başka bir yerde başkası çıkıyor, dolayısıyla belirli bir yaşa girdiğinizde, bu da orta yirmiler oluyor genelde, infaz sürecine giriyor ve bir ömür bundan kurtulamıyorsunuz. Günümüz insanın bu kadar sıkıntılı bir hayat yaşamasının, bu kadar ahlaksızlıklar içinde olmasının, bu kadar kötü olmasının nedenide bu, atalarımız omuzlarımıza maalesef çok ama çok kötülüğü miras olarak bırakmış.

İnfaz sürecine girmeden önlem almak gerekiyor o zaman? Aynen. Bu infazlar genelde kaç yaşlarında aktif oluyor; orta yirmilerde. O yüzden o yaşa gelmeden önleminizi almalısınız. Neden orta yirmiler? Atalarınız hangi yaşlarda günah işlemeye ve hangi yaştaki insanlara günah işlediyse, size inen kıssaslarda o yaşlarda başlar, bu da genelde orta yirmilere gelince oluyor. Örneğin; evlilik, iş hayatı ve çocuk sahibi olmak, hayat bizim için o yaş ortalamasında başladığı için, o yaşta ufak tefek günahları yüklenmeye başlıyor, nesillerimiz o yaşa girdiklerinde de o günahların kıssasları onlardan yavaş yavaş veya bir anda büyük bir travmayla, nasıl girdiyse o şekilde çıkmaya başlıyor. Hayata baktığımız zamanda bunun böyle olduğunu görüyoruz, kader genelde insanları yirmi yaşlarına kadar rahat bırakıyor, laylaylom yaşamasına müsaade ediyor. Tabii, atalarınız çocuklara kötülük yapmadıysa, eğer yaptıysa bu durumda çocukluk döneminde de bir çok musibetle kader sizi yüzleştirir. Bu infazlardan kurtulmak için ne yapmalıyız? Çözüm basit; haciz memurları kapınıza dayanmadan borcunuzu kapatmanız gerekiyor. Eğer çocukluk döneminizi kaza ve musibet yaşamadan atlatırsanız, evlenmeden ve çocuk yapmadan, orta yirmilere basmadan öncesi mutlaka borçlarınızı kapatın. Bir borçla bu dünya'ya geliyorsunuz, o borcuda kader sizden tahsil edecek, o borç kadar size bu dünyada sıkıntı yaşatacak. Atalarınızın siciline bir bakın, eğer sicilleri kabarıksa evlilik hayatına, iş hayatına girmeden bu borcu kapatın, aksi takdirde çok sıkıntılı bir hayatın sizi beklediğini biliniz.

İlahi adaletten kaçış yok. Nasıl ahiret hayatında borçlarınızdan kaçma şansınız yoksa, bu hayattada yok. Bu önemli bilgiyi de insanlar bilmiyor. İnsanlar ahiret hayatında adalet terazilerin kurulduğuna inanıyor, bu terazilerin bu hayattada kurulduğunu maalesef bilmiyor. Birisi hakkınızı yediğinde, arka planda sizin adınıza bir kamu davası açıldığı ve sizin hakkınızın o kişiden bu hayatta alındığını maalesef bilmiyor. Bilselerdi belki bu kadar Allaha isyan etmez, belki bu kadar günah işlemezlerdi.

Bize bindirilen yükün bir sınırı yokmu? Var, kaldıramayacağınız yükler size bindirilmiyor. "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler" (Bakara Süresi; 286). Omuzumuzda binlerce borç var ve bu borçlar belirli yaşlara girdikçe aktif oluyor ve bizi bir sıkıntıdan diğerine sürüklüyor, fakat bu sıkıntılar hep belirli sınırda kalıyor, örneğin en zor anlarınızda birisi çıkıyor ve size yardım ediyor, o yükün altında yok olup gitmenize müsaade edilmiyor. Haciz sürecine girdiğinizde size insafsız olunmuyor, asgari yaşamı tatmanıza müsaade ediliyor. Bu insaf ama, size mutluluk ve huzur bahşedileceği anlamına gelmiyor. Neden; çünkü borçlusunuz. Borçlu bir insanda rahat bir hayat yaşamamalı. Neden? Alacaklılar yaşamıyorda ondan. Örneğin; tüm mahalle esnafına borçlandığınızı, borçlarınızı geri ödemek yerinede kendinize ev ve araba aldığınızı, ailenizle sürekli tatile çıktığınızı düşünün, o esnaflar ayın sonunu anca getirirken sizin laylaylom bir hayat sürdürdüğünüzü varsayın, bu durumdan o esnaflar razı olurmuydu? Olmazdı. Alacaklar adına kader harekete geçtiği zamanda mağdurun razı olmayacağı birşeye müsaade etmiyor. Yani o kişinin laylaylom bir hayat yaşamasına müsaade etmiyor.

Hocam bir çok insan borçlu ama aynı zamanda laylaylom bir hayat sürdürüyor? Çocukları ve torunları sürdürüyormu? Hayır, kader o kişilerin nesillerini darmaduman ediyor. İlahi kıssas için verilen mühlet 4 nesil. O nesilde çıkmıyorsa, diğerlerinde çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Neden doğrudan yapan kişiden çıkmıyor? Bunun nedenleri var, en basiti o günahı ailesinede bulaştırdığı için, ailede suç ortağı haline geliyor ve o günahtan sorumlu tutuluyor. Birisi haksız bir kazanç elde ettiğinde, o kazançtan tüm aile ve sonraki nesiller nemalanıyor, dolayısıyla hepsi kader nezdinde suçlu durumuna düşüyor. Levh-i mahfuz kimden ne kadar alacağını nereden biliyor? En çok o maldan nemalanan en çok ona haciz iniyor. O yüzden, bazen miras konularda eksik düşmek, az almak aslında kişinin hayrına, bilhassa o mal üzerinde kavga ediliyorsa. Bir de tabii kişi baştan cehennemliklerden ise, ki cennet ve cehennemlikler baştan belirlenmiş, o zaman Allah o kişiye bu hayatta dokunmayabilir. Cennet ve cehennemlikler baştan belirlendiyse bu hayat neden var; araftakiler için!

Cehennemliklere Allah bu hayatta genelde dokunmuyor, istiyorki onlar bu dünyada hiçbir yük dökmesin, olabildiği kadar fazla günahla huzuruna çıksın. Rızıkla ilgili bu kadar çok istisnalar olduğu içinde bu konuları Ayetler anmaz, çünkü andığında o şey yasa olur, yasa olduğu zamanda istisnalara yer olmaz. Eğer merak ediyorsanız belirli konular neden Ayetlerde anılmıyor diye, bunun bir nedeni bu, eğer birşey Ayetlerle yasa altına alınırsa, o zaman istisnaların ve gri alanların oluşmasına müsaade edilmez, edilmesi gerektiği zamanda ona has bir Ayet indirilmesi gerekir. Örneğin; bir Ayet domuz eti yemeyin der ve yememeyi bir yasa haline getirir.
"Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen murdar hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen hayvanlar, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz dışında boğularak, bir şey vurularak, yukarıdan yuvarlanarak, boynuzlanarak yahut yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak ölen hayvanlar, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanlar ve zar atarak, kumar oynayarak elde edilen etler, yiyecekler..." (Maide Süresi; 3). O yasa delinmesi gerektiği zamanda, o zaman bunun için yine ayrı bir yasa indirmeniz gerekiyor. Örneğin; dar'a düştüğünde yiyebilirsin Ayeti. "Allah size sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etini haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalır da, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek şartıyla yerse, ona da bir günah yoktur. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir" (Nahl Süresi; 115).

Yasaların içeriği herkesi bağladığı için, istisnalarla dolu içerikleri Allah Ayetlerinde anmıyor. Eğer ansaydı, o zaman her bir istisna için ayrı bir Ayet indirmek zorunda kalırdı. Bu yazı vesilesiyle bu bilgiyide size aktarmış olalım.

Bizim bu hayatta yaşadığımız sıkıntılar o borcu nasıl kapatıyor? Cehennem nasıl kapatıyorsa o şekilde kapatıyor, acı çekerek o günahı yakıyor ve kapatıyorsunuz. Örneğin; o günahı hangi beden parçanıza bulaştırdıysanız oraya bir musibet iniyor, o parça acı çektikçede o günah yanıyor, o günah yandıkçada o beden parçacığı üzerindeki borç azalıyor, azaldıkçada o beden parçacığınız rehin olmaktan kurtuluyor, özgürlüğe kavuşuyor. Kurallar basit, o yüzden İslam dini kedisini basit ve anlaşılır bir din olarak takdim ediyor, her çağa her çağın bilgi seviyesine göre bilgi içeriyor; o günahı bilerek işlediyseniz, ağrı duygusu eşliğinde o günah sizden çıkıyor. Bilmeden işlediyseniz, ağrı ve sızı içermeyen sıkıntılar size musallat oluyor ve günahı o şekilde yakıyorsunuz. Bazıları günah işliyor ama acı çektiklerini görmüyoruz? Bazı insanlar cehennemlik, o yüzden Allah onlara bu hayatta dokunmuyor, onların canlarını bu hayatın ateşiyle değil, cehennem ateşiyle yakmak istiyor. Alacaklılar ne zaman borçlarını alıyor? Mağdur edenler ahiret hayatına intikal edip kabirde yanmaya başladıklarında alıyorlar.

Bizim sıkıntı yaşamamızın alacaklarımıza faydası ne? İlahi adaleti görmeleri açısından önemli. Kendilerine yapılan bir yanlışa Allah nezdinde kayıtsız kalınmadığı, anında bir kamu davası açıldığını bilmeleri açısından önemli. Bu sayede kimse ilahi düzene isyan etmez, hakkının yenildiği inancına kapılmaz. Caydırıcılık anlamında da önemli, kişi yaptığının yanına kar kalmayacağını, aynı acının kendisine veya nesillerinede yaşatılacağını bilmesi önemli. Bu sayede birisi bir kötülük yapmadan öncesi bin düşünür.

Bizim yaşadığımız sıkıntılardan nasıl nemalanıyorlar? Birisine bir kötülük yaptığınızda iki şey ortaya çıkıyor, birisi bu dünya ile ilgili yaşadığınız maddi ve duygusal zarar, diğeri ahiret hayatı ile ilgili, o da ortaya çıkan günah. Günah amel defterinize yazılıyor ve bunun hesabı sizden ahiret hayatında soruluyor, bu dünyada sebep olduğunuz maddi ve duygusal zarar ise bu dünyada sizden çıkması gerekiyor. Biz başkasının günahını çekmeyiz diyenler var ya, işte onlara cevaben; kişinin işlediği günahı zaten başkası çekmiyor, o günahı kişi kendisiyle birlikte ahiret hayatına taşıyor. Fakat, ortada bir de yeryüzünde sebep olunan hasarlar var, o hasarlarda yeryüzünde çıkması gerekiyor, çünkü yeryüzü rızkın dengi ahiret hayatı değil. Bu hayatta birilerini belirli rızıklardan mahrum bırakıyorsanız, mutluluk, mal ve mülk neyse, bunların dengi sadece yeryüzünde olduğu için, bu günahların kıssası yeryüzünde alınması gerekiyor. Neden alınması gerekiyor? İlahi adalet bunu gerektiriyor. Bu dünya veya ahiret hayatı farketmez, birisinin defteri kapanmadan kişiye hakları iade edilmesi gerekiyor.

Bir günah işlediğinizde ortaya bir hasar ve bir günah çıkıyor, bu ikisinin bedelide sizden ayrı ayrı alınıyor. Günah sizden nasıl çıkıyor? Acı çekerek. Günahın bedenden çıkmasının tek yolu bu, acı ile. O acıyı neresi yaşıyor? Hangi uzuv hangi organ o suça alet olduysa orası yaşıyor. Örneğin; bir günah sizemi ait, yoksa atalaramı ait bunu öğrenmek istiyorsanız, yaşadığınız sıkıntının ağrı eşliğinde gelip gelmediğine bakın, oradan anlarsınız. Eğer ağrı yaşıyorsanız, o zaman o sıkıntıda kendi nefsinizinde bir payı var. Acı çekmiyorsanız ama, şeker hastalığında olduğu gibi, o zaman o sıkıntınızın atalardan geldiğini varsayabilirsiniz. Bu hayatta işlenen günahların ama bu hayatta çıkacağı diye bir kaide yok. Bir çok insanda Allah bedel ödetmeyi ahiret hayatına bırakıyor. Maddi ve duygusal zarar bizden nasıl çıkıyor? Kıssas kuralına göre, o kişiyi hangi nimetten mahrum bıraktıysanız, mutluluksa mutluluk, huzursa huzur, malsa mal, o nimet sizden alınıp o kişiye veriliyor. Maddi ve duygusal zararın telafisi ahiret hayatına kalıyormu? Kalmıyor. Günahı ve o günahın verdiği zararı, ateş ve ateşin verdiği zarar gibi düşünebilirsiniz. Ateşi (günah) siz bu hayatta cezalandıramazsınız, onun verdiği hasarı ama bu dünyada telafi edebilirsiniz, Allahın yaptığıda bu. Örneğin; bizler bir çok nimetten mahrum bırakıldıysak, o nimet bizden alınıp mağdur ettiklerimize verildiği için o nimetten mahrumuz.

Çektiğimiz ağrılardan o kişi nasıl nemalanıyor? Biz ağrı çektikçe o günahı yakıyoruz, o yanmadan doğan enerjide, örneğin bedenimizin kalorileri yakıp ortaya hücrelerin kullanabileceği bir enerjinin ortaya çıkması, o enerjide gıda olarak mağdur ettiklerimizin ruhuna gidiyor ve onları besliyor. Örneğin; cehennem. Birileri orada günahlarını yakacak, bunun enerjiside cennetteki sahiplerine gıda olarak gidecek. Birileride cennette ebedi yanacağına göre, birileride demek cennette ebedi beslenecek. İlahi döngü bu.

O zaman zorla borçlarımız bizden tahsil edilmektense, gönüllü olarak bunu ödemeliyiz, bizim ve atalarımızın günah yüküne görede kefaretleri hayatımızın kalıcı bir parçası haline getirmeliyiz? Aynen. Bu dünyada hukuktan kaçabilirsiniz, ama ilahi düzende kaçış yok. Birisine bir yanlış yaptığınız an, mağdur adına kamu davası açılıyor ve hangi konuda ve neyinizle kişiyi mağdur ettiyseniz tüm bunlar levh-i mahfuzun eline rehin olarak düşüyor, sonrada peyderpey rehin aldığı eşyalara arka arkaya musibetleri indirmeye başlıyor. Bu infaz süreci başladığı anda bu süreci zikirle, yasin-i şerifi okuyarak veya binlerce ayetel kürsi çekerek durduramıyorsunuz. Neden durduramıyoruz; çünkü Allah manevi bir borca karşı ödeme olarak bir köleyi azad etmeyi, buna imkanı olmayanlarında fakirleri doyurmasını veya oruç tutmasını emrediyor, bunun dışında diyet kabul etmiyor.

Oruç ve fakirleri doyurma dışında bir ibadetin kefaret olarak kabul edilmediğini nereden biliyoruz? Ayetlerden biliyoruz. Günah işlediğimizde o günahtan kurtulmak için neler yapmamız gerektiğini Rabbimiz Ayetlerle bize aktarmış. Neler bunlar; köle azad etmek, buna imkanı olmayanın da fakirleri doyurması ya da oruç tutması. ".. Aranızdan hastalanan veya başında bir rahatsızlığı bulunduğu için vaktinden önce tıraş olma zorunda kalanlar ise fidye olarak ya oruç tutsun ya sadaka versin veya kurban kessin..." (Bakara Süresi; 196). "Allah kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisiyle on fakiri bir gün sabah akşam doyurmak veya giydiğiniz orta hallisiyle onları giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Buna gücü yetmeyen üç gün oruç tutmalıdır..." (Maide Süresi; 89).

"Ey iman edenler! İhramlı iken av hayvanlarını öldürmeyin. İçinizde kim bu halde iken kasten bir hayvanı öldürürse, yaptığı işin vebâlini tatması için verilecek ceza şudur: Ya içinizden iki âdil kimsenin kararıyla öldürdüğü ava eş değerdeki bir hayvanı Kâbe’ye ulaştırarak kurban etmek veya kefâret olarak fakirleri doyurmak yahut ona denk gelecek şekilde oruç tutmaktır..." (Maide Süresi; 95). "Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır..." (Mücadele Süresi; 4). Kur'an-ı Kerimi incelediğinizde, birisi bir yanlış yaptığında, eliyle ya da diliyle farketmez, Rabbimiz her defasında diyet olarak oruç tutmaya ya da fakirleri doyurmaya itiyor. Şu kadar Kur'an-ı Kerim okuyun veya bir kelimeyi bir duayı şu kadar tekrarlayın demiyor, sürekli iki ibadete yönlendiriyor. Ayetleri kendisine rehber alan bizlerde sizlere o iki ibadeti tavsiye ediyoruz; bir günahınızı ortadan kaldırmak istiyorsanız, o günaha kefaret olarak ya oruç tutun ya da fakirleri doyurun.

Ne kadar oruç tutmalıyız? Allahu Teala Ayetlerinde sınırları belirlemiş, diyet olarak bir Ayette 3 gün oruç demiş, bir insanı öldürmek gibi en ağır günahta ise 60 gün oruç. Bunları alt ve üst sınır olarak görün, sonrası diyetini ödemeye çalıştığınız günaha bakın ve o günaha ağır suç, hafif suç olarak bir değer biçin, sonrası o değere göre 3 gün ile 60 gün arası bir rakam belirleyin ve o kadar gün arka arkaya orucunuzu tutun. Sır burada bu oruçları arka arkaya tutmak, örneğin pazartesi ve perşembe günleri oruç tutup bunların kefaret sayılmasını beklemeyin, kefaret olabilmesi için en az üç gün olması gerekiyor, arka arkaya tutulması gerekiyor ve günahla ilgili bir niyet ortada olması gerekiyor. Oruç için belirlediğimiz rakamın yeterli olduğunu nasıl anlarız? Sıkıntınızdan. Sıkıntınız halen devam ediyorsa, demek kefaretiniz yeterli bulunmadı. Bu durumda sıkıntınız tamamıyla yok oluncaya kadar kefaretlerinize devam edin. İslam zorluk değil, kolaylık dini, oruç tutamıyorsanız fakirleri doyurun, fakirleri doyuracak imkanınız yoksa oruç tutun, bu ikisinede imkanınız yoksa komşu, akraba, mahalle farketmez birilerine sürekli iyilik yapın, günlük iyiliklerinizle yani yaşantınızla üzerindeki borçları kapatın.

O zaman borçlardan kurtulmanın sırrı başkalarına yaptığımız iyilikler? Aynen. Kötülük başkasına yapıldığı için, o kötülükten kurtulmanın yoluda başkalarına yapılan iyilikten geçiyor. O yüzden tılsımlar, belirli kelimeleri binlerce kez tekrarlamak işe yaramıyor, çünkü bu işlere giriştiğinizde kişiye has kişinin kendisine programlanmış enerjiler ortaya çıkıyor, bundan da başkaları yararlanamıyor. Oruçtan başkaları nasıl yararlanıyor? Bunun sırrınıda İslam dini aslında veriyor, örneğin oruç tutamayanlar ne yapması gerekiyor; tutamadığı her bir gün için bir fakire, günlük yemek ihtiyacını giderecek kadar bir fidye vermesi gerekiyor. Buradan da fakirleri doyurma ile orucun birbirlerine denk ibadetler olduğunu siz çıkarın. Oruç ile fakirleri doyurmak nasıl birbirine denk bir ibadet oluyor? Düşünün bakalım, birisinde yemekten vazgeçiyorsunuz (oruç), diğerinde birisini doyuruyorsunuz, bu ikisi nasıl birbirine denk olabilir? Çok basit, oruç ile fakirleri doyurmak aynı hedefe götürüyor, birisinde siz bizzat kendi imkanlarınızla fakiri doyuruyorsunuz, diğerinde ise siz o günki rızkınızdan feragat ediyor, feragat ettiğiniz rızıklada Allah sizin adınıza o fakirleri doyuruyor. Birisinde aktifsiniz, diğerinde ise pasif, ikiside ama aynı sonuca varıyor, o da birisini doyurmak.

Orucun bu şekilde işlediğini nereden biliyoruz? Birisini yapamadığınızda Allah sizi sürekli diğerine yönlendiriyorsa, onun dengi bu diyorsa, o zaman buradan siz kendiniz orucunda birilerini doyurmakla ilgili birşey olduğunu çıkarmalısınız. İslam dini zorluk değil, kolaylık dini, herşey gözünüzün önünde, dolayısıyla analizlerinizi karmaşık, için altından kalkamayacağınız boyutlara taşımayın. Oruç nasıl birilerini doyuruyor? Oruç tutan kişi o gün, yemek, içme ve özel hayat gibi bir çok rızkından feragat ediyor, bunuda bir borcu kapatmak için yapıyor, Allahta o niyet doğrultusunda o gün vazgeçtiği rızıkları alıyor ve bunları borçlu olduğu kişilerin ruhuna bağışlıyor. Yani, kişi günün sonunda bir yerde Allah üzerinden birilerini doyurmuş oluyor. Yemeğinden feragat ediyor, o yemekte bir yerde başkasının önüne çıkıyor. O yüzden oruç tutamayan fakirleri doyurur, fakirleri doyuramayan oruç tutuyor. Oruç yemekle ilgili bir ibadet, dolayısıyla doyurmakla ilgili bir ibadete denk.

Bir çok insan sıkıntılarını gidermek veya birşey elde etmek için tılsımlara, zikirlere sarılıyor, o zaman bunlar hurafe? Aynen. Hatta hurafe ötesi çok büyük günah. Neden? Uygulamaları sihir enerjisi ortaya çıkardığı için. Bunun kötü tarafı ne? Sihir büyük bir günah. Bu sihirle ne yapıyorlar? Şeytanlar o sihri alıyor ve o kişinin göbek deliğinde bir örümcek ağı örüyor. O örümcek ağı ne yapıyor? Levh-i mahfuz insanı göbek deliği üzerinden rızıklandırır, anne rahmin devam olarak, göbek deliğine örülü o ağda istenmeyen rızıkları filtreliyor. Ortaya çıkardıkları sihir başka ne yapıyor? İnsanlar sadece hüzün, mutsuzluk gibi belirli rızıklardan uzak durmak istemiyor, aynı zamanda ev, mal gibi belirli şeyleri istiyor. Ortaya çıkardıkları sihirlede bunlar aynı zamanda bunları elde etmeye çalışıyor. Sihirle bunları nasıl elde ediyorlar? O şeytanlar bu sefer o sihir enerjisi ile bu insanların çevresindeki insanları ve eşyaları manipüle etmeye başlıyor ve o kişilerin rızkını bunlara yönlendiriyor.

Bu tür uygulamaların sırrı kelimelerin tekrarında yatıyor, neden bunun böyle olduğunu hiç merak etmedinizmi? Bir kelime veya cümleyi ne kadar tekrarlarsanız, o kadar çok şeytanların kullanabileceği sihir enerjisini ortaya çıkarmış oluyorsunuz, dolayısıyla gizem sadece kelimede yatmıyor, aynı zamanda tekrar da yatıyor. O sihir enerjisiylede şeytanlar yeryüzündeki rızık hattını hackliyor (korsan) ve hak etmediğiniz rızıkları sizi yönlendiriyor veya sizden uzak tutuyor. Bu insanlar büyük bir günahın içinde olduklarını görmüyormu? Görmüyor, çünkü şeytanlar perde arkasında işi çeviriyor. Aslında insanlar uyanması gerek, ziraat dahil herşey emek ve çaba gerektirirken, bir kelimenin tekrarı ile bu rızık bana nasıl iniyor, burada bir tuhfalık var deyip aslında uyanmaları gerekiyor, ama uyanmıyorlar. Neden uyanmıyorlar? Ben Allahın bir ismini zikrediyorum, ben bir peygamberin duasını ediyorum, bundan ne zarar doğarki diyor ve uyanmıyorlar. Unutmayın, şeytan insanı kötülükle değil, iyilikle kandırır. İyi birşey yaptığına inandırarak insanı kötülüğe iter. Yani insanın cehaletinden yararlanır.

Yapılan tüm bu kötülükleride Allah affedermi? Etmiyor, bu işlere girişen insanlara bir bakın, dua ve zikirle nimet elde etmeye çalışanların akıbeti her zaman kötü oluyor. Örneğin; sihir yapanlar göbek deliği üzerinden rızıkları manipüle ettiği için bu insanların göbekleri şiş olur. O günah hem bedenlerine yansır hem hayatlarına. Bu insanlar sihirli kelimelerin tekrarıyla bir nimeti elde etmeye çalışırken veya bir musibetten kurtulmaya çalışırken, o rızkı dahada düğümlüyorlar yani durumlarını daha karmaşık hale getiriyorlar. Oluşturdukları o yeni kaostan kurtulmak içinde yine belirli kelimelerin tekrarına sarılıyorlar derken, tümüyle çökünceye kadar o kötü döngüden bir türlü kurtulamıyorlar. Şaşırdıkmı buna; hayır. Allahu Teala rızkı elde etmenin yollarını belirlemiş, her rızık için bir diyet miktarı belirlemiş, sizin ödemeniz gereken, örneğin şu kadar yıl fiziki çalışma, şu kadar gram ter, şu kadar gram sabır, şu kadar gram ilim, şu kadar gram zorluk demiş, sizin rızkınız 4 neslin ortalamasına göre hesaplanıyor demiş, tüm bunları yok sayarakta; 4 nesil kuralını, bir önceki hayatı, her nimet için belirlenen ücreti, o nimeti elde etmek için sizin ödemeniz gereken diyeti, tüm bunları yok sayarakta siz eğer oturduğunuz yerden rızkınızı belirlemeye çalışırsanız bunun sizin adınıza hayrla sonuçlanmayacağı aşikar.

Bu tür baatıl uygulamaları tavsiye edenler rızık gökte nasıl hesaplanıyor, rızık döngüsü nasıl işliyor bu ilimlere sahip değiller. Rızık nasıl hesaplanıyor nasıl size iniyor tüm bunları bilmeyenlerden de rızık nasıl elde edilir öğretilerini lütfen almayın. Örneğin bir konuda bir sıkıntı size isabet ettiğinde, o konuyla ilgili size isabet etmesi gereken sıkıntılar arasında en hafifi size isabet eder. Allah kuluna merhamet eder ve en hafif sıkıntıyla o infaz sürecini atlatmasını ister. Siz sihirle o infazdan kaçmaya çalıştığınız zaman ama, icra memurlarını atlatmak için adres değiştiren, kayıplara karışan sahtekarlar gibi, Allahu Teala o sıkıntıyı iptal ediyor, bir sonrakini, daha ağır olanını size indiriyor. Ne yapmış oldunuz siz şimdi; küçücük bir borcu ödememek için daha büyük bir borcu kendinize bulaştırmış oldunuz. İşte bu düzeni, bu çarkı bilmeyenlerden de şunu şu kadar okursan şunu elde edersin tavsiyelerini almayın, ve unutmayın ağzınızdan çıkan her kelime her cümle levh-i mahfuzda kayıda alınıyor ve karşılığında size birşey indiriyor.

Rızkı değiştirmenin meşru yolu varmı? Var. Nasıl? Yaşantınızla ve kefaretlerle. Sihir ile yaşantı arasındaki farkta bu; sihir yeryüzünde, yaşatınız ve kefaretler ise levh-i mahfuzda rızkınızı değiştiriyor. Rızkımız yaşantımız üzerinden hesaplandığı için, rızkı değiştirmenin yoluda yaşantınız üzerinden geçiyor. Buradaki sır, yaşantınız, örneğin bir günah için kefaret yapsanız, yaşantınızla o günahtan uzak durmadığınız müddet o kefaretiniz dahi kabul edilmiyor. Levh-i mahfuzda yazılı kaderimizi değiştirme şansımız var o zaman? Var. Rabbimiz kaderle ilgili dilediğimizi sabit bırakır dilediğimizi değiştiririz diyor, buradan biz anlıyoruzki kaderimiz değişken, yeryüzünde kaderimizi değiştirmemiz için bizlere bir açık kapı bırakılmış. Hz. Adem'e yeryüzünde tövbe etmesi için nasıl fırsat sunuldu, ömür verildiyse o fırsat ve ömür bizede verilmiş. Aksisi zaten bizlere haksızlık olurdu. Eğer atalarımızın bize yüklediği günahları yeryüzünde kapatma, o günahları telafi etme şansımız olmasaydı, ataların belirlediği kadere mahkum kalsaydık, o zaman birey olarak yeryüzüne indirilmenin, ahiret hayatında birey olarak sorguya çekilmenin hiçbir anlamı olmazdı. Ataların bizim için belirlediği rızkı biz nasıl değiştirebiliriz? Kıssas yolu üzerinden. Bu kıssası nasıl okumalıyız? O rızkı hangi günah size musallat ettiyse, yaşantınızla ilk önce o günahı telafi etmeniz sizden bekleniyor.

Allahu Teala düzeni çok basit ve anlaşılır bir düzeyde kurmuş, hangi nimeti istiyorsanız o nimetle ilgili siciliniz temiz olması gerekiyor. Eğer bir nimetten mahrumsanız, bilinki o konuda sabıkalısınız. O nimet size inebilmesi içinde ilk önce o borcu kapatmalısınız. Nasıl? Kefaretle. O borcu kapattığımızda o nimet bize iniyormu? İniyor. Bu hayatın güzel tarafıda bu, bu hayatta hiçbir güzel nimetten mahrum kalmak zorunda değiliz, o nimeti bizden uzak tutan borcu kefaretle kapattığınız an o nimet size iniyor. Olay bu kadar basitmi? Evet, basit. İslam dini çok basit ve anlaşılır kurallar üzerine kurulmuş, en cahilinden en zekisine hitap edecek basitlikte. Bu noktada sizin bilmeniz gereken, güzel bir nimet size inmiyorsa veya bir musibet size isabet ettiyse, bu o konuda günahlarınız olduğu için. O günahları kapatmadan da o nimeti elde etmeye çalışırsanız veya o musibetten kurtulmaya çalışırsanız, bunu levh-i mahfuz hile olarak kabul ediyor ve o doğrultuda size muamele gösteriyor. Rızkı elde etmenin veya bir sıkıntıdan kurtulmanın meşru yolları var, o meşru yollarda, yaşantınızla onu hak etmek ya da kefaretle. Kefaret olarakta Rabbimiz sadece fakirleri doyurmayı ve orucu kabul ediyor. Bunların dışına çıktığınızda da sisteme dıştan müdahale eden bir korsan (hacker), hak etmediği şeyi almaya çalışan bir hırsız durumuna düşüyorsunuz. Bu da sizleri daha büyük bir bataklığın içine sürüklüyor.

Kefaret o hacizi kaldırıyor, öylemi? Aynen. Bu süreci şu şekilde okuyabilirsiniz; haciz memurları, yani musibetler bir türlü peşinizi bırakmadığında kefaretle siz konuyu en üst mahkemeye (Allah) taşıyorsunuz. Bir tarafta alacaklılar adına hayatınızın ve bedeninizin bir çok alanına haciz koyan levh-i mahfuz (kader), diğer tarafta o hacizlerin altında ezilen siz. Kefaretlede siz konuyu en üst mahkemeye, yargıca (Allah) taşıyor ve Allaha; Rabbim yaşadığım sıkıntıların borçlarımdan kaynaklandığını yeni öğrendim, ben bu borçlarımı gönüllü olarak ödemeye hazır ve razıyım, seninle bir geri ödeme planı yapmak istiyorum, üzerimdeki bu hacizi kaldır, levh-i mahfuzun elinden beni kurtar demiş oluyorsunuz. O yüzden kefarete yönlendirdiğimiz insanlara, sizi Allahla baş başa bırakıyoruz diyoruz. Allahu Teala sizin bu dilekçenizi, talebinizi kabul edermi? Bu arınmadaki samimiyetinize, daha önce söz verip tutup tumadığınıza, günahkar bir yaşantı içinde olup olmamanıza bağlı. Bu dünyada da bu böyle değilmi; örneğin bir kredi çekmek istediğinizde dilekçenizin kabul edilip edilmemesi o konudaki sicilinize, güvenirliğinize bağlı değilmi.


Devamı 3. Bölümde...

kelimelerden türemiş hurafeler