sss- fayda görmek için uygulamaya inanmakmı gerekir
Biyoenerji ve benzeri uygulamalara batı tıbbı inanmıyor, gerekçe olarakta seanslarda alınan sonuçların tamamen psikolojik boyutta olduğu, hastanın buna inandığından dolayı iyileşmenin gerçekleştiğini iddiasını ortaya atıyor. Bu doğrumu, seanslarda alınan sonuçlar psikolojikmi? Bu yazımızda bu konuyu ele alacağız, sizlere hayırlı ve aydınlatıcı okumalar dileriz.
Şifanın sırrı İNANMAKTA YATIYOR: ilk önce şunu bilmenizde yarar var; dünyada yapılan her hangi bir tedavi uygulamasının başarıyla sonuçlanabilmesi için ilk önce o tedavi yöntemine inanmak gerekiyor. Bu söylem ve kural sadece alternatif tıp için geçerli değil, tüm uygulamalar için geçerli. İlaç tedavisi içinde geçerli, bitkisel tedavi içinde geçerli, ameliyatlar içinde geçerli, biyoenerji ve benzeri uygulamalar içinde geçerli. Herşey beyinde başlar ve beyinde biter. Eğer iyileşmek istiyorsanız, ilk önce iyileşeceğinize beyinde inanmanız gerekiyor. Hayatınızda herhangi bir şeyi başarmak istiyorsanız, karşılaştığınız zorlukları ve engelleri aşmak istiyorsanız ilk önce o engelleri beyinde aşmalısınız, o zorlukları beyinde yok saymalısınız. Biyoenerji ve benzeri enerji aktarım yöntemleri ama yinede hastanın inancına en az muhtaç duyan uygulamalar; neden?
Biyoenerji ve benzeri enerji uygulamalarını diğer tedavi yöntemlerinden farklı kılan ne? Her hangi bir tedavi programının başarı ile sonuçlanabilmesi için, buna biyoenerjiyi dahil edebilirsiniz, o tedaviye inanan bir beyin ortada olması gerekiyor. Hastalıkla temas içinde olan ve o tedaviye inanan bir beyin olması gerekiyor. İnanmak iyileşmek için bir önkoşul, ancak bu inancın hangi beyinden geldiği önemli değil. Hasta ile temas içinde olan herhangi bir beyinin inanması yeterli. İşte burada da biyoenerjinin diğer uygulamalardan farkı ortaya çıkıyor. Örneğin; eğer bir hasta yılların yıpranması sonrası iyileşeceğine dair tüm ümitlerini yitirdiyse, o zaman terapistin beyni o inanma önkoşulunu yerine getirip hastanın bedenine sahip çıkabilir. İyileşmenin önkoşulu sadece bir beyin, hasta bölgeyle temas içinde olan bir beyin. Burada kimin beyni olduğu önemli değil. Eğer hastanın beyni o bölgeye sahip çıkamıyorsa, o zaman terapistin beyni sahip çıkıp iyileşme sürecini başlatabilir. İkiside iyileşmeye inanırsa, hem hastanın beyni hem terapistin, tabiki bu durumda daha güçlü bir enerji ortaya çıkabilir ve iyileşme süreci hızlanır. Fakat olmasada olur, bir beyin yeterli. Tıp alemi ile biyoenerji arasındaki fark; tıbbın başarısı hastanın o tedaviye inanmasında yatıyor, biyoenerjide ama değil. Biyoenerjinin başarısı hastadan bağımsız gerçekleşiyor, hasta inansada inanmasada fark etmiyor, biyoenerji uzmanın o tedaviye inanması yetiyor! Bunu nereden anlıyoruz? Bilinci olmayan hastalardan anlıyoruz. Blinci olmayan hastalar: biyoenerji ve benzeri enerji uygulamaları dünyanın dört köşesinde yeni doğan çocuklarda, alzheimer veya komada olan hastalarda hatta hayvanlarda çok başarılı sonuçlar elde edilerek uygulanıyor. Aklı ve iradesi olmayan bu hastalarda elde edilen sonuçlarda, biyoenerji ve benzeri uygulamalarda alınan sonuçların hastanın inanmasına bağlı olmadığını kanıtlıyor. Birşeyden etkilenip etkilenmenin inançla ilgili birşey olmadığını başka nereden anlıyoruz? Kullandığımız teknolojiden anlıyoruz.
Fiziğin temel yasaları: hayatta bazı şeyler vardırki onların varlığını inkar etsenizde onların etkisinden kaçamazsınız. Örneğin; baz istasyonundan cep telefonunuza akan elektromanyetik akımları görebiliyormusunuz? Siz bu akımların varlığına inanmasanızda, bu akımlar cep telefonunuza geldiğinde cep telefonunuz çalacak. Siz bu cep telefonların yaydığı frekanslara inanmasanızda, bedeniniz bu akımlardan etkileniyor ve bir gün beyin kanserine yakalanma riski ile karşı karşıya kalacaksınız. Özet; pozitif veya negatif akımlara maruz kalan her madde, canlı veya cansız bundan etkilenir. İyi veya kötü moraliniz pişirdiğiniz yemekleri etkilemesi gibi. Burada sorulması gereken asıl soru şu; soyut boyutta olan, gözle görülmeyen ve elle dokunulamayan duygular, somut boyutta olanı yani gözle görülür ve elle dokunulur sorunları etkileyebilirmi, etkileyemezmi?
Soyut- Somut ilişkisi: biyoenerji seanslarında elde edilen sonuçların tamamen psikolojik boyutta olduğunu savunan bilim adamları mantıksal bir hata içinde bulunuyor; nedir mantıksal hata? Eğer hastanın iyileşmesi tedaviye inanmaktan kaynaklanıyorsa o zaman soru şu: soyut bir kavram olan beyindeki bir duygu, bedendeki somut bir sorunu nasıl iyileştiriyor? El ile tutulamayan ve göz ile görülemeyen soyut bir kavram olan "inanmak", el ile dokunabilen ve göz ile görülebilen vücuttaki somut bir oluşumu nasıl tedavi edebiliyor? Aralarında bir mesafe var; beyin ile beden arasındaki hangi hat, hangi güç veya hangi bağlantı bu iletişimi kurup rahatsızlığı iyileştiriyor? Eğer iyileşmesinin yapılan uygulamadan değilde hastanın bu tedaviye inanmasından kaynaklandığı iddia ediliyorsa, o zaman bunu iddia edenler soyut bir oluşumun (duygu) bedendeki somut bir sorunu nasıl tedavi edebildiğinide açıklamalı. Onların kafası bunlara çalışmadığı, ön yargıları ile hareket ettiği için, biz sizler için bu soruların cevabını verelim inşallah. Burada cevaplamamız gereken ilk soru;
- Soyutmu önce gelir yoksa somut oluşumlarmı? Örneğin; hangisi daha önce varolur, mutluluk duygularımı yoksa mutluluk hormonlarımı? Bilim alemi ilk önce somut olayların gerçekleştiğine inanır yani mutluluk hormonların salgılandığına, sonrası soyut duyguların ortaya çıktığına. İlk önce dopamin, serotonin, endorphine, oxytocin, noradrenalin veya phenethylamin gibi mutluluk hormonları salgılanır, sonrası mutluluk, soyut duygu olarak ortaya çıktığına inanır. Bu doğrumu? Değil. İlk önce soyut duygu gelir, sonrası hormonlar salgılanır. Bunun en güzel kanıtıda depresyon hastaları. Siz bu hastalara mutluluk hormonları verip mutlu edebiliyormusunuz? Hayır. Demek kişiyi mutlu eden hormon değil, soyut duyguymuş. Soyut bir oluşum olan duygular, somut bir oluşum olan hormonların salgılanmasına nasıl sebep oluyor? Hücreleri, duygu gibi soyut oluşumlarla iletişime girmesini mümkün kılan DNA. Duygu beyinde oluşuyor, sonrası bir radyo yayını gibi çevresine elektromanyetik frekans yayıyor. Beyinde oluşan duygular çevredeki tüm canlı veya cansız herşeyin algılayabileceği bir frekansa dönüşüyor. İnsan bedenindeki DNA'da bu frekanlası algılıyor ve o doğrultuda hücreleri harekete geçiriyor. Beyin ile bedendeki hücreler arasında üç farklı iletişim yolları var, birincisi sinir sistemi, ikincisi hormonlar ve üçüncüsü elektromanyetik boyut. Beyinde oluşan duygularla hücreler arasındaki etkileşimi sağlayanda bu, elektromanyetik boyut. Hücrelerin DNA ‘ları büyük bir anten, bu anten sayesinde de hücreler her türlü elektromanyetik akımla iletişime geçebiliyor. Beyninizde oluşan her duygu ve düşünce bir enerji frekansı ortaya çıkarıyor, bedendeki hücrelerin DNA 'larıda bu elektromanyetik frekansları algılayp o frekanslar doğrultusunda hücre içi somut mekanizmaları harekete geçiriyor. Örneğin; beyin felci geçiren hastalarda beyin ile beden arasındaki somut hatlar (sinirler) kopuyor, soyut boyutta ama değil. Mesela siz o hastalara koştuğunu ve yürüdüğünü hayal etmesini söyleyerekte bedendeki kasları çalıştırabilir ve canlandırabilirsiniz. Kısacası herşey beyinde başlıyor ve beyinde bitiyor.