hastalıkların sırrı ve çözümü- Kur'an-ı Kerim
Şeytanların bizim üzerimizden evlatlarımıza ve malımıza bulaştığını nereden biliyoruz; "Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez" (İsra Süresi; 64). Şeytanlar yeryüzü hayatımızın iki şeyine ortak olur, birisi çocuklar diğeri malımız. Şeytanlar ya malınız üzerinden çocuk ve torunlara bulaşır (miras) ya da bizzat günahlar üzerinden. Bu şeytanlar size bulaştığı zamanda, belaları ve olumsuzlukları mıknatıs gibi üzerinize çeker. Bundan da ilaçla, bitki kürleri veya enerji tedavileri veya rukiye ile kurtulmanız mümkün değil. O hastalığı veya musibeti belki giderebilirsiniz, ama günahın açtığı o kara deliği kapatamazsınız. Ne ilaçla ne de Ayetlerle. Kural basit; bir yanlış işlediğinizde Allah o yanlışı düzeltmeniz için size 24 saat mühlet veriyor, sonrası hangi organınız ile o günahı işlediyseniz, enerji auranızda o bölgede bir delik açılıyor ve şeytanlar o noktadan bedeninize giriş yapıyor. O bölgeye şeytan indiği ve yerleştiği anda, enerji kalkanınızın o bölgesinde bir kara delik zuhur ediyor ve o kara delik her türlü musibeti o noktadan size bulaştırıyor. Örneğin nazar. Nazar denilen enerji, bedeninizin enerji kalkanında açık varsa size isabet eder, eğer açık yoksa ne kadar uğraşsalar sizi deviremezler. "O kafirler Kur'ân'ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleri ile devireceklerdi. Bir de durmuşlar "o bir deli" diyorlar" (Kalem Süresi; 51). Peygamberimiz sav tertemiz olduğu, enerji kalkanında bir açık olmadığı için onu deviremediler ama hangimiz bu temizliğe sahibiz. Hiçbirimiz. Dolayısıyla hepimizin enerji kalkanında açıklar var, yani hepimiz nazar ışınlarına açığız. Eğer çok nazara geliyorsanız, bilinki enerji kalkanınızda açıklar var. Nazarla ilgili tavsiye istiyorsanız, başkalarına değil, ilk önce kendinize bakın ve kalkanınızdaki açıkları kapatın. Bu da üzerinizdeki hesapları kapatmakla oluyor. Eğer auranızdaki açıkları kapatmadan, oradan bir musibet o bölgeye indiyse (hastalık, kaza vs), o zaman hemen kefareti ödeyin, bir saniye beklemeyin. İlk önce üzerinizdeki açık hasapları kapatın, sonrası oluşan hasarların tedavisini yapınız.
Özet; günahı işleyen sizseniz bunun hesabı sizden ahiret hayatında sorulur, çocuk ve torunlarınızdan ise bu dünyada. Günah onlara ait olmadığı için, onların omuzundaki o günah yükünü onlar ahiret hayatına taşımaz, onlar o günahın yansımasını (miras, haram lokma, lanet beddua) bu dünyada öder, siz ise öbür hayatta. Neden düzen böyle? Empati yapın, birisi sizin hakkınızı yese ve o kişi size olan borcunu kapatmadan sağda solda şifa bulsa huzur içinde yaşa siz buna razı olurmuydunuz. Olmazdınız. Size acı çektiren birisinin huzur içinde yaşamasını istermiydiniz? İstemezdiniz. Size çektirdiği acıların aynısını yaşamasını isterdiniz.
Not: bu noktada sizi uyaralım, birisine eğer size yaşattığı acılardan fazlasını dilerseniz, o lanetiniz size geri döner, aman dikkat. O yüzden kimseye asla lanet ve beddua okumayın. Allahın düzeni aşırılığı kaldırmaz. Allahın düzeninde herkes yaptığının karşılığını alır, ne bir gram az ne de fazla. Birisine bir gram fazla acı dilerseniz ve bu tutarsa, bu sefer siz zulmeden olur, o bir gram acı size geri döner. Bu sefer sizin başınız olumsuzluklardan bir türlü kurtulmaz.
Hesabı nasıl kapatabiliriz? Kul hakları sadece amel defterine yazılmaz, aynı zamanda bedenimize yansıtılır. Kişinin yaşadığı musibetler birer ayna gibidir, kişinin amellerini yansıtır. Bir kişinin yaşadığı hastalık ve musibetlerden o kişi ve atalarının hangi günahları işlediğini rahatlıkla çıkarabilirsiniz. Yani, ne tür bir kul hakkı yiyorsanız, aynısı bedeninize yansıtılıyor. Örneğin; cinsel organlarınızla bir kul hakkı yediyseniz cinsel organlarınızda o kara delikler açılıyor, eğer kol ve bacaklarınız size o suçta yardımcı olduysa kol ve bacaklarınızda o kara delikler açılıyor, eğer dilinizle işlediyseniz dilinizde, eğer boğazınızdan geçirdiyseniz mide ve bağırsaklarda vs. Kul hakların bizlere bu şekilde yansımasına neden izin verilmiş? Bunun birinci nedeni; Allahın adaleti. Bu dünyada bir kişiye ne yaşatıyorsanız Allahta size aynısını yaşatıyor."Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez" (Şura Süresi; 40). Kolunuzla yaptıysanız kolunuza, dilinizle yaptıysanız dilinize ceza iniyor vs. Artı, birisine yaptığınız kötülükten o kişinin ailesi ve çevresi ne kadar etkileniyorsa, onun denginde de sizin çevreniz etkileniyor. Yaşına, cinsine kadar denginde etkileniyor. Kıssasa kıssas. Böylesine bir düzen üzerine yeryüzü hayatını inşa etmenin bir nedenide; sizi suçtan caydırmak için. "İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden, karada ve denizde düzen bozuldu. Belki dönerler diye (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor" (Rum Süresi; 41). Yaptığınız yanlışın bu dünyada size bir geri dönüşü olduğu, bundan çocuk ve torunlarınızın acı ve sıkıntı çekeceğini eğer bilirseniz, belki deymez buna deyip o günahı işlemekten vazgeçersiniz diye Allah yaptığınız günahları size yansıtıyor. Allah düzenini adalet ve caydırıcı cezalar üzerine kurmuş, insanın kurduğu hukuk sistemide öyle değilmi?
Düne kadar böyle bir düzenin varlığından haberiniz yoktu. Bilgi olmayınca, düne kadar üzerinizde vebalde yoktu. Artık biliyorsunuz, artık üzerinizde vebal var. Bilgiye sahip olup halen harekete geçmiyorsanız, bilinki harekete geçmediğiniz her gün aleyhinize yazılıyor. Üzerinizdeki haklardan ötürü çocuklarınız kaza ve belalar yaşarsa, bu belalar yaşanmadan harekete geçmediğiniz için çocuklarınızın çektiği her acı aleyhinize yazılacak. Ahiret hayatında da çocuklarımın yaşadıkları dedemden geliyormuş, benim suçum değilmiş deme şansınızda olmayacak. O kaza ve belaları kaldırmanın yolunu biliyordun ve kaldırmadın denilecek size. Allahu Teala, düzeni ataların günahlarının çocuk ve torunlara yansıyacak şekilde kurmuş, fakat çocuk ve torunlarada eliniz kolunuz bağlı, kul hakkı size bulaştıysa yapacak birşeyiniz yok, bunu çekeceksiniz dememiş. Bize çözüm yolları önermiş; fakirleri doyurmak ve kefaret orucu. Neden oruç veya fakirleri doyurma? Geçmişte hangi ata nerede ne yaptı ve kime yaptı bunu bilmiyoruz, eğer bilsek gider o kişiler ile hellaleşiriz. Fakat bilmiyoruz ve ortada, üzerimizde bir hesap var. Kişiler ile helalleşme şansımız yoksa, üzerimizdeki bu hesaptan nasıl kurtulacağız; mağdurlar adına oruç tutmak ve fakirleri doyurmak. Onlar adına bu ibadetleri yapıyoruz, Allahta bunu üzerimizdeki haklara kefaret olarak kabul ediyor.
Not: kefaret oruçlarından masumlar yararlanır, suçlular değil. Bunu baştan netleştirelim. Üzerinizde olan haklardan arınmanın birinci kaidesi kötülükten uzak durmak. Siz kötüyseniz goy gıybet, fesat, yalan, iftira, zulüm vs günahlar içindeyseniz, oruçlar sizi kurtarmaz. Niyetlensenizde niyetiniz kabul olmaz. Bizim oruç önerimiz masumlar için geçerli, kimsenin aşında işinde namuzunda malında gözü olmayıp, işleri düz gitmeyen kardeşlerimiz var ya, işte bu oruç önerimiz onlara. Ben bir sineği bile ezmiyorum, kimseye karşı kötü bir düşüncem yok, neden her türlü olumsuzluk beni buluyor, neden özel hayatım rast gitmiyor, neden işlerim rast gitmiyor diyen kardeşlerimize. Biz onlara o olumsuzlukların sebebini ve çözümünü anlatıyoruz. Suçlular ise ilk önce tövbe etsin. Günahlardan uzak dursun, bunu başarırlarsa, o zaman üzerlerindeki haklar için oruçlara yönelsinler. Kul hakkını tövbe kapatmaz. Kötülük içinde olanlar ilk önce tövbe etsin, tövbe ettikten sonrada mutlaka kefaret orucu tutsun veya fakirleri doyursun.
Hangi Ayetlerden bunu çıkardık? Oruçla ilgili Ayetleri incelediğinizde bir hak yediğinizde Allahu Teala çözüm olarak hep oruca işaret ettiğini görüyoruz; "Kim sizden hasta ise veya başından şikayeti varsa, onun ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye (vermesi gerekir)" (Bakara Süresi; 196). Örneğin; "Ey İnananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah Güçlü'dür, Öçalıcı'dır..." (Maide Süresi; 95). Bir yanlışınızı düzeltme söz konusu olunca Allahu Teala farklı Ayetlerde farklı önerilerde bulunuyor, bazen sadaka diyor bazen fidye ama her defasında oruç diyor. Bir yanlışı düzeltmeyle ilgili Ayetleri incelediğimizde ortak noktalarının oruç olduğunu görüyoruz. Bilhassa iki Süre bizim dikkatimizi çekti;
- Maide Süresi. Maide Süresi 89 bize şu değerli bilgileri veriyor, bir; en basit kul hakkı nedir onu bize söylüyor, o da sözle yapılan kul hakkı. İki; bir gün orucun, kaç fakire bedel olduğu bilgisini veriyor. Üç; kefaret oruçlarının alt limit bilgisini (3) ve tutma usulünü (arka arkaya) veriyor. Örneğin; bazılarınız peygamberimiz sav hadisine dayanarak pazartesi ve perşembe günü oruç tutar. Bu oruçlarınız mesela kefaret orucu olarak sayılmaz, çünkü arka arkaya değil ve minimum üç gün değil.
"Allah, bilinçsiz olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz ama bilerek ve isteyerek yaptığınız yeminlerden sorumlu tutar. Böylece, yemini bozmanın kefareti, on yoksulu kendi ailenize yedirdiğinizin aynısı ile yedirip doyurmak yahut onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Buna imkânı olmayan ise üç gün (arka arkaya) oruç tutacaktır. Her ne zaman yemin eder ve onu bozarsanız yeminlerinizin kefareti işte budur. Öyleyse yeminlerinize sadık kalın. Allah ayetlerini size böylece açıklıyor ki şükredersiniz" (Maide Süresi 89)
- Nisa Süresi. Nisa Süresi 92'de bize şu değerli bilgileri veriyor; en büyük kul hakkı nedir ve onun bedeli ne bunun bilgisini bize veriyor. Bu da birisinin canına kıymak ve bunun bedelide 60 gün oruç.
"Hata dışında bir mümin, diğer bir mümini öldüremez. Ve kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine (varislerine) teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır. Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin bir köle azad etmesi gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köle azad etmesi gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tevbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, Alimdir (her şeyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir" (Nisa Süresi 92)
Üzerinizdeki kul hakkını oruç nasıl kapatıyor? Bir çok okurumuz oruç ile üzerimizdeki bir kul hakkın nasıl kapanabildiğini merak ediyor, burada kısaca bunada değinelim, detaylı bilgi için oruç başlıklı yazımızı lütfen okuyunuz. Orucun hikmetini anlayabilmeniz için ramazan orucunu neden tuttuğunuzu bilmelisiniz, biliyormusunuz? Bilmiyorsunuz. Ne siz biliyorsunuz ne de İslam alimi olarak ortalıkta dolaşanlar biliyor. Ne bugün biliyorlar ne de dün bildiler. Her yerimiz cehalet oluncada İslam alemin başına gelen bu felaketlerden kurtulamıyoruz. Biz sizlere dünyada bir ilk olarak orucun altındaki hikmeti anlatalım, umarız bundan sonra orucunuzu kaçırmaz daha bilinçli yaparsınız; oruçlarınız birer antivirüs programıdır. Üzerinize bulaşan hakları, o kara delikleri ve içindeki şeytanları ortadan kaldıran bir antivirüs progamı. Orucunuz o kara delikleri nasıl kapatıyor? Allahu Teala insanlara günlük rızkını indirir, bunu gece ve gündüz olarak iki porsiyon olarak indirir. Oruçlada siz gündüz rızkınızdan feragat ediyor ve bunu hak sahibine bağışlıyorsunuz. Allahta sizin feragat ettiğiniz gündüz rızkını alıyor ve bunları üzerinizdeki hak sahiplerine dağıtıyor. O hak sahipleri neye muhtaçsa, sizin gündüz rızkınız onlara o nimet olarak iniyor. Mağdur ettiklerinizin arasında şifa arayana şifa olarak, aile içi huzur arayana huzur olarak, hayrlı kazanç arayana hayrlı kazanç olarak vs iniyor.
Oruç tutarak siz Allaha bi' nevi şunu demiş oluyorsunuz; Rabbim ben "X" gün boyunca bana indireceğin gündüz rızıktan feragat ediyorum, sen bu rızkımı al ve üzerimde kimin hakkı varsa kefaret olarak onlara dağıt. Anlamanız gereken, üzerlerinizdeki hakları kapatmanız için mutlaka ve mutlaka bir bedel ödemeniz gerekiyor. Maddi olarak bu bedeli karşılayacak imkanınız yoksa, örneğin fakirleri doyurmak, o zaman Allah oruç tutarak gündüz rızkınızdan feragat etmenizi bekliyor. Bunun böyle olduğunu nereden çıkarıyoruz; Kur'an-ı Kerimden. Borcu olanı Allah oruca yönlendiriyor. Oruçta nedir? Gündüz rızkından feragat etmektir. Bir rızıktan feragat ederek nasıl bir borçtan kurtuluyor olabiliriz? Birazda siz düşünün bakalım. Aslında tüm bilgiler gözümüzün önünde, yeterki gözümüzü açıp öğrenmeye ve sorgulamaya hazır olalım. Siz ile biz aramızdaki fark; siz Ayetleri okuyorsunuz, biz ise pozitif anlamda sorguluyoruz. Örneğin; bir yanlış içinde olduğumuz zaman neden Allah sürekli oruca yönlendiriyor, bunu pozitif anlamda sorguluyor ve nedenini araştırıyoruz.
Ne kadar oruç tutmanız gerek? Alt limit 3 gün, üst limit 60 gün ise sabıkanıza bakınız, sizin ve atalarınızın sabıkası doğrultusunda 10 ile 60 gün arası bir zaman belirleyin ve bunu bir kaç yıl tekrarlayın. Yahut ayda 10 gün oruç tutun ve bunu bir kaç ay arka arkaya devam edin. Yahut haftada üçer gün tutun, ayda toplam 12 gün etsin. Araştırmalarımızda üzerinizdeki bir hesabın ortalama 10 gün oruç ile kapandığını gördük. Oruca niyetlenirseniz ayda 10 günden aşağıya tutmanızı tavsiye etmiyoruz. Hangi sıkıntınız acil müdahale gerektiriyorsa ilk önce ona niyetlenin. Önünüzdeki bir kaç yıl içinde de diğer sorunlarınızı teker teker ele alırsınız. Bu kadarmı basit hocam diye soruyorsanız; evet, bu kadar basit. Mutlu ve sağlıklı yaşamın sırrı nedir, bunu insanlar araştırır, öğrenmek için tibet dağlarında manastır manastır seyehat eder ya, hiç gerek yok, tüm sır kefaret orucunda yatıyor. Size burada sonsuz mutluluğun sırrını veriyoruz, inanmıyorsanız, deneyin. Ne kaybedersiniz. Cebinizden bir kuruş para çıkmayacak. Üstüne farz olan bir ibadeti yerine getiriyorsunuz yani orucu. Öyle veya böyle sevap olarak hanenize yazılacak. Kaybedecek birşeyiniz yok.
Not: bu oruçların adı kefaret orucu, yani bir bedel ödeme orucu. Bu orucun bereketide zorlukta yatıyor. Ne kadar çaba gösterirseniz o kadar çok bereketini alırsınız, ne kadar kolaya kaçarsanız o kadar az alırsınız. Örneğin; yazın scağında günlerin uzunluğunda kefaret orucu tutarsanız bereketi ayrı olur, kışı beklerseniz ayrı. İş hayatının yoğunluğunda tutarsanız ayrı olur, tatil günlerini beklerseniz ayrı. Kendinizin mağdur edildiğini düşünün, siz sizi mağdur edenin lay lay lom bu yükten kurtulmasını hoş karşılarmıydınız? Karşılamazdınız. Zorlanmasını isterdiniz, günlük hayatından fedakarlıklar yapmasını isterdiniz. Eğer orucu tutmak için kış ayların gelmesi günlerin kısalmasını, sıcakların geçmesini bekliyorsanız, bu hafta olmaz bu hafta günüm var diyorsanız, bu hafta başlayamam bu haftasonu misafirlerim gelecek derseniz, yani günlük hayatınızdan zerre taviz verme niyetinde değilseniz, bilinki bu niyetle ertelediğiniz oruçlardan arzu ettiğiniz sonucu alamazsınız. Üzerinizdeki borcu hayatınızın önceliği haline getirmediğiniz müddet, borcu kapatmak için günlük konforonuzdan vazgeçmeye hazır olmadığınız müddet istediğiniz sonucu alamazsınız. Düne kadar sıkıntılarınızın çözümü için dua ediyordunuz, çözüm kapınıza dayandığında da şuan müsait değilim yarın gel derseniz, bu Allah nezdinde hoş karşılanmaz. Allah sizin keyfinize göre rızkı indirmez, indirdiğinde de kaptınız kaptınız yoksa bir daha o nimeti yakalayamazsınız. Oruç için beklediğiniz o kış aylarını ya göremeyebilirsiniz ya da Allah sizi öyle bir meşakketin içine sokarki, rahat geçeceğini varsaydığınız o kış aylarında oruca fırsat bulamazsınız. O yüzden nasip kapanıza dayandığında nasibinizi kaçırmayın. Artı, düne kadar sıkıntılarınızın çözümünü bilmiyordunuz, artık biliyorsunuz. Ertelediğiniz her gün üzerinize vebal biniyor bilginize. Örneğin; üzerinizdeki haklardan ötürü çocuklarınız musibetler yaşıyor. Bundan sonra çocuğunuzun yaşayacağı her olumsuzluktan sizde sorumlusunuz. O günahı sülalaye bulaştıran atanız dışında, çözümü bilip uygulamayan sizde sorumlusunuz!
Şeker gibi hastalıktan ötürü oruç tutamayanlar. Eğer belirli sıkıntılarınızdan ötürü oruç tutamıyorsanız, ramazan ayında olduğu gibi bunun kefaretini fakirleri doyurarak ödeyebilirsiniz. Yaşadığınız ülkede o yıl için fidye bedeli ne ise bunu öğrenin ve bunu doyurmak istediğiniz fakir sayısı ile çarpın ve kızılay gibi güvendiğiniz bir kuruma fidye adı altında havale ediniz. 3 gün oruç tutmak, 10 fakiri doyurmak ise, 30 gün oruç 100 fakiri doyurmaya bedel. Not: Mücadele Süresi 4, 1 gün orucu 1 fakire bedel sayar, Maide Süresi 89 ise 1 gün orucu 3.333 fakire bedel sayar. Neden bu fark? Nedeni şu; birisinde Allahın hakkı var, diğerinde ise kulların. Allahın hakkı söz konusu olunca Allah bire bir diyor, kul hakkı olunca üç misli diyor.
Niyetinizin kabulünü nereden anlarsınız? Size bazı tüyolar verelim, bu konuda binlerce hastadan elde ettiğimiz bir veri havuzumuz var, bu bilgilerden bazılarını sizinle paylaşalım; oruca veya fakirleri doyurmaya niyetlendiğinizde bedeninizin bir yerinde bir sancı bir sıkıntı çekersiniz. Niyet ettiğiniz an, ilk gün yaşarsınız. Bundan niyetinizin kabul gördüğünü ve kefaret orucunuzun hangi bölgenizdeki sıkıntıya el atacağını anlarsınız. İki; siz bir sıkıntının kefaretini öderken, o sıkıntı çocuklarınızada seriyat ettiği için, oruç süreci içinde çocuklarınızda birşeyler hisseder ve yaşar. Üç; oruçlar üzerinizdeki sıkıntıları açığa çıkarır, olumsuz hadiseler dahil. Oruç süreci içinde eğer başınıza olumsuz hadiseler geliyorsa bunu kötüye yorumlamayın, detoks sürecinden geçtiğinizi varsayın. Kaderinizi olumsuzluklardan arındırdığınızı varsayın. Dört; kaderinizde yaşamanız gereken mutlak olay varsa ve bununda oruçla şununla bununla kapatılması mümkün değilse, o zaman Allah bunu rüyalar aleminde size yaşatarak olayı atlatmanızı sağlayabilir. Yani rüyalarınızada dikkat. Gördüğünüz gibi, mevzu çok derin ve kompleks. Öylesine sallamıyoruz, ne tür derinliklere indiğimizi buradanda anlayabilirsiniz. Beş; çocuklarınızda sıkıntı varsa, sizinle birlikte eşinizde tutması gerek. Çocuklarınıza seriyat eden sıkıntıların bir kısmı bir eşten bir kısmıda diğer eşten gelir, çocuklar ile bir sıkıntı yaşadığınızda eşler birlikte hareket etmeli. Eşinizi ikna edemiyorsanız çocuğunuza oruç tutturunuz. Araştırmalarımız bize, çocukların üzerlerindeki hesapları daha hızlı kapattığını gösterdi. Bir ebeveyn 10 günde bir hesap kapatabiliyorsa, çocuklar ortalama 4 günde kapatıyor. Eşinizle hiç uğraşmayın, çocuğunuzu ikna ederseniz çocuğunuz oruç tuttuğu an, kimden gelirse gelsin üzerindeki hakları kapatıyor.
Not: bir hesabı kapatıyor derken, tabiki o günahı işleyenin günahını kapatmıyoruz. Bir çok kişi bunu o yönde yorumluyor, bu hataya düşmeyiniz. Herkesin günahı kendisine. Kimse diğerinin günahını kapatamaz. Fakat ilahi düzen tek yol üzerine değil, çift yönlü çalışıyor. Birşey atadan bize geliyorsa, birşeyde geri gidebilmesi gerek. Atadan bize birşey yansıyabiliyorsa, birşeyde bizden ataya yansıyabilmeli. Biz atanın günahını değil, atadan bize yansıyanı yok etmenin derdindeyiz. Olaya basit mantık üreterek yaklaşın. Konuları anlamak veya çözmek için bir uzay mühendisi olmanız gerekmiyor. Biz atanın günahını kaldırmıyoruz, o günahın bize yansımasını kaldırıyoruz. Örneğin; atanız ahmet amcaya bir yanlış yaptı. Ahmet amcanında dört tane çocuğu var. O dört çocuğunda ahmet amcaya yapılan yanlıştan maddi ve manevi etkilendiğini varsayın, işte o dört çocuk atanın mağduriyetinden nasıl etkileniyorsa sizde atanızın o suçundan o kadar etkilenirsiniz. Bizler atalanın günahını çkemiyoruz, bizler o dört çocuğun kıssasıyız. Anladınız. Siz birisinin anasını ağlatıyorsanız sizin ananızda ağlayacak, ananız yoksa torunlarınızın anası ağlayacak. Birisinin çocuklarını ağlatıyorsanız sizin çocuklarınızda ağlayacak. Birisinin rızkıyla oynuyorsanız, sizin rızkınızlada oynanacak. Birine yalan söylüyor kandırıyorsanız, birileride size yalan söyleyecek ve kandıracak. Birisinin namusu ile oynuyorsanız biriside sizin namusunuzla oynayacak. Zerre kaçışınız yok. Bunlarıda başka birisinin günahını çekmek olarak düşünmeyin, günahın kıssası olarak düşünün. Başkasına ne yaşatıyorsanız dengi size yaşatılıyor. Haksızlık bu değilmi ama derseniz, o zaman size basit bir soru; birisi çocuğunuzu ağlatsa, siz o kişinin çocuğununda ağlamasını o kişininde aynı üzüntüyü yaşamasını istemezmiydiniz, isterdiniz. Olay bu kadar basit. O üzüntüyü başkaların yaşamasını istemeyiz diyenlerde olayı tercih boyutundan baksın, kıssas hakkına sahip olma boyutundan baksın. Siz kıssas almıyor ve bağışlıyorsanız ne ala, böyle bir hakkın ama elinizde olmasını istemezmiydiniz; isterdiniz! Örneğin; insanın kurduğu adalet sisteminde kim hakkını alabiliyor; kimse. En azından Allahın kurduğu düzende adaletinizi alacağınızı bilmek, suçlunun bundan kurtulamayacağını bilmek insana huzurlu yatmasını sağlıyor.
Bu dünya güçlülerin dünyası, mazlumun garibanın ve zayıfın hakkını alamadığı bir dünya. Bu adaletsizliğin içinde de Allah devreye giriyor ve o hakkı suçlulardan söke söke alıyor. Güçlü zayıf, zengin fakir ayırtetmeksizin, kim kötülük yapıyorsa, denginde bir kötülük o kişilere isabet ediyor. Hocam orasını anladık, bir kişi bir yanlış yaptığında bu o kişiden çıksın ama neden çocuk ve torunlarından çıkıyor? Size farklı bir örnek verelim, neden çıktığına dair; siz bir kişiyi mağdur ettiğinizde o mağduriyet o kişiyle sınırlı kalmıyor, o mağduriyet tüm aile fertlerini hatta nesilleri etkiliyor. Cezayı ama siz bir kişiye indirdiğinizde, o zaman burada bir adaletsizlik doğuyor. Kişiye yaptığınız kötülükten o ailenin tümü etkilenecek, ceza ama bir kişiye inecek, sizce bu adilmi? Hayır. Yaptığınız bir kötülükten 20 kişi etkileniyorsa, sizin ailenizden de 20 kişi etkilenecek. Ne bir fazla ne de bir az. Anladınız. Olaya hep kendi mağduriyetinizden bakınız, siz mağdur edilseniz ve bu mağduriyet sonucu eşiniz ve çocuklarınızın hayatı değişse, ceza ama sadece sizi mağdur edene inse, onun eşi ve çocuklarına dokunulmasa, siz bundan razı olurmuydunuz? Siz aile olarak sıkıntı çekerken, o mağduriyeti size yaşatanın eşi ve çocukları lay lay lom hayatını yaşasa, bu sizi rahatsız etmezmiydi, ilahi adaleti sorgulamanıza sebep olmazmıydı? Elbette olurdu. Kural çok basit; işlediğiniz bir günah ne kadar kişiyi mağdur ediyorsa, sizin neslinizden de o kadar mağdur çıkacak. Kıssasa kıssas. Siz şuan bir atanın işlediği suçun bedelini ödediğiniz için bu düzeni kabullenmek size zor geliyor, o suç size işlenmiş olsaydı o zaman eminim Allaha şükrederdiniz, sizi mağdur eden kişiden bunun hesabını sorduğu için. Bu arada, üzerinizden bu yansımaları kaldırırken kuzenlerinizi bu konuda uyarmayıda lütfen unutmayın, çünkü o lanet ve belalar atadan sadece sizin üzerinize değil tüm torunların üzerine indi. Kendimizi temize çıkardıktan sonra, kuzenlerimizide uyarıyoruzki onlarda üzerlerindeki o beladan kurtulsun.
Özetlersek. İki Ayet var karşımızda ikiside kul hakkıyla ilgili ve ikisinde de Allah orucu öneriyor. Birisi basit bir suç, ağızla yapılan bir suç diğeri ise en ağır suç, birisini öldürmek. Birisinde 3 gün arka arkaya oruç diyor, diğerinde ise 60 gün oruç. Maide Süresi 89, kul hakkını kapatmak için fakirleri giydirmeyide öneriyor, fakat Nisa Süresinde Allah bunu önermiyor. Bir Ayette fakirleri giydirme var diğerinde yok. İki Ayettede ama oruç var. Dolayısıyla biz okurlarımızı oruca yönlendiriyoruz. Orucu tutamayanlarıda fakirleri doyurmaya. Neden? Oruç ile fakirleri doyurmak aynı yola çıkar, bunlar ruh ve beden gibidir. O yüzden ramazan ayında oruç tutamayanlara fakirleri giydirin denmez, fakirleri doyurun denilir.
Not: Ayetlerin amacı hayatı anlamamızı, yeryüzü hayatını fazla zarara uğramadan atlatmamızı sağlamak. Yani Ayetler yeryüzü olayları ile örtüşür ve örtüşmesi gerekte. Birisi eğer şu Ayet bunu değil şunu kastediyor diyorsa, kişinin çıkardığı yorum genel kültür, akıl ve yeryüzündeki düzenle örtüşüp örtüşmediğine bakınız. Örneğin; İsra Süresi 64. Ayeti Kerimesi şeytana bir hak tanır, insanın mallarına ve evlatlarına ortak olma hakkı. Birisi eğer kalkar ve hayr derse, bununla bu kastedilmiyor, şeytanlar çocuklara ve mala bulaşmaz derse, o zaman kişinin çıkardığı yorumun günlük hayatımızda yaşadığımız olaylarla örtüşüp örtüşmediğine bakın. Örneğin; birisi eğer şeytanlar kişinin çocuklarına ortak olamaz diyorsa, o zaman kişiye haramla ilgili görüşlerini sorun. Bir çocuğa haram yedirdiğinizde, bu haram o çocuğu etkilermi etkilemezmi bunu kişiye sorun. Eğer etkiler derse, o zaman haram birşey çocuğu nasıl etkiliyor, bunu sorun? Haram bir malda ne olmalıki, çocuk o haramı yediğinde bundan etkilensin. Kişiye bu soruları sora sora kişinin ağzından şeytan kelimesini çıkarttırırsınız. Eğer ama haram çocukları etkilemez derse, o zaman kişiye başka bir soru sormanıza gerek kalmıyor, kişinin inanç dünyasının ne olduğunu deşifre etmiş oldunuz, bu da sizi o kişiden uzak tutmak için yeterli olmalı. Anlayacağınız, Ayetlerden çıkardığınız meal ve yorumlar hayatın olağan akışına ters olmamalı. Ayetlerden çıkardığınız mealler günlük hayatınızla ilgli sorulara cevap vermesi gerek, daha fazla soru işaretleri açmak değil. Birisinin meali eğer sorularınıza çözüm üretme yerine, sizde daha fazla soru işareti açıyorsa kişiden uzak durun.