bilinmeyenler ve bilinmesi gerekenler............     

 





 

kaderi değiştirmek- kefaret niyetine fakirleri doyurmakmı yoksa kefaret orucumu, hangisi daha etkin?


Kefaret orucumu daha makbul yoksa fakirleri doyurmakmı, üzerimizdeki günahların kefareti için hangisi daha uygun? Şimdi; kefaretlerle ilgili bilmeniz gereken ilk şey bunun uzun bir yolculuk olduğu ve bol sabır gerektirdiği. Herhangi bir kefarete başvurmadan öncesi arınma sürecinin uzun soluklu bir yol olduğunu ve kendinizi ona göre hazırlamanız gerektiğini, fazla büyük beklentiler içerine girmemeniz gerektiğini baştan bilmelisiniz. Eğer bugün kefaretinizi yapıyor, yarın hayatınızın 180 derece değişeceğini bekliyorsanız şimdiden sizi uyaralım, büyük bir hayal kırıklıklarına uğrarsınız. Bu konuyla ilgili size ilk tavsiyemiz, sabır sabır ve sabır. Ne kadar sabır göstermemiz gerekiyor? Bu niyetinize bağlı. Örneğin; arınmak içinmi kefareti yapıyorsunuz, yoksa birşeyi elde etmek içinmi? Arınmak ve birşeyi elde etmek aynı şey değilmi, arınarak birşey elde etmiş olmuyormuyuz diyorsanız; arınma niyetine yaptığınızda manevi bir yükten kurtulmak için, birşeyi elde etmek için yaptığınızda ise dünyevi bir nimeti elde etmek için yaparsınız. Birisinde sizde birşey eksiliyor, diğerinde artıyor. Arınmak içinmi birşeyi elde etmek içinmi, bu ikisinin kefareti sizde farklı sonuçlar verir. Örneğin; arınmak için niyetleniyorsanız, Rabbimiz arınmadaki samimiyetinizi test edecektir. Uzun soluklu ve zor bir sürecin sizi beklediğini biliniz. Nihayetinde çok büyük huzur ve mutluluğa kavuşacaksınız, o huzur ve mutluluğa kavuşmadan önceside Rabbim arınma sürecinizi uzun yıllara yayar, arınmada ne kadar samimi olduğunuzu görmek ister. O yüzden arınmak için kefaret yapıyorsanız bir anda huzur ve mutluluğun size ineceğini beklemeyin. Örneğin; biz 8 yıldır kefaret yapıyoruz, son 4 yılını aralıksız kefaret orucuyla geçiriyoruz ve halen bekliyoruz. Birşey elde etmek için kefaret yapacaksanız ama, o zaman kefaretinizin karşılığını hemen bulabilirsiniz, ama elde ettiğiniz şey size hayr getirmeyebilir, hayatınızda daha çok karmaşaya sebep olabilir bunuda bilmenizde yarar var.

Örneğin; çocuk sahibi olmak size nasip olmadığını varsayın, böyle bir durumda çocuk sahibi olmak, aile kurmak için kefaret tutmak sizin için hayrlı olmayabilir, neden? Kader (levh-imahfuz) sizi bir nimetten mahrum bırakmadan öncesi konuyla ilgili bir günahınıza bakmıyor, o nimetin üzerinde birden fazla günah yükü varmı ona bakıyor. Örneğin; eğer üzerinizde soyunuzun yok olmasıyla ilgili bir lanet varsa, kader çocuk sahibi olmanıza izin vermez. Kader bu kararı verirkende sadece soyunuzun tükenmesini isteyen bir lanete göremi bu kararı veriyor; hayır, çocuğunuzun sakat doğmasıyla ilgili günahlar varsa üzerinizde veya çocuğunuzun 20 yaşlarında kaza geçirip bir ömür yatalak kalmasıyla ilgili günah varsa üzerinizde, yani çocuğunuz olsa dahi çocuğunuzun başına geleceklerinden çocuğunuzun üreme şansı olmayacaksa, o zaman üzerinizdeki günahların arasında size en az sıkıntı yaratacak olan günah (baştan çocuk sahibi olmamak) baskın hale geliyor ve kader çocuk sahibi olmanıza izin vermiyor. Böyle bir durumda çocuk sahibi olmak için kefaret yaparsanız ne olur? Kader size çocuğu bağışlar, ama o çocuğun üzerinde olan yükü kaldırmadığınız için çocuğunuz ya sakat doğar ya hayatında çok sıkıntılı bir süreç geçirir. O yüzden, birşeyi elde etmek için kefaret yapıyorsanız çok dikkatli olun, çünkü bir nimetin size bahşedilmemesinin altında birden fazla neden var. Bir nedeni kaldırmanız size o nimeti bağışlayabilir, ama o nimetin üzerindeki daha nice musibeti kaldırmadığınız için o nimet kabusunuza dönüşebilirde. O yüzden kader bizlere birşeyi nasip etmiyorsa, belki bu bizim için daha hayrlısıdır demekte yarar var. Çözümü yokmu? Evet var, ama sabır istiyor. Hangi konuda kısmetiniz kapalıysa o konuyla ilgili birden fazla günahın var olduğunu varsayacaksınız ve her biri için uzun süre kefaret yapacaksınız, ancak o şekilde bir nimete kavuşup onun hayrını görebiliriz.

Not: kader yazıyor kader yapıyor derken bununla levh-i mahfuzu kastediyoruz. Neden Allah değilde kader yazıyor çiziyor diyoruz bunada bir açıklama getirelim; levh-i mahfuzda sizinle ilgili yazılı bölüme kader diyoruz, o kaderide, buna alın yazısıda diyebilirsiniz, bunu levh-i mahfuz amellerinize göre hesaplıyor. Amelleriniz levh-i mahfuza akıyor, sizden önceki 3 neslin ameliyle birleşiyor, sonrada ortaya sizin hak edişiniz çıkıyor. Sizin hak edişinizede kader diyoruz. Bir ömür çalışmanız sonrası tazminatınızı veya emekli maaşınızı hesaplatıyor, sonrası maaş olarak alıyorsunuz ya, kaderinizinde öyle hesaplandığını varsayın. Bu hesabıda Rabbimiz otomatiğa bağlamış, kendisi dıştan müdahale etmiyor. Amellerimiz doğrudan levh-i mahfuza akıyor, levh-i mahfuzda amellerimizden neleri hak ettiğimizi hesaplıyor ve rızık olarak bize indiriyor. Bu hesabada Rabbimiz dıştan müdahale etmiyor. Ettiği zamanda, olumsuz yönden etmiyor. Benden kötülük gelmez diyen Ayetlerin arkasındaki hikmette bu; "Gerçek şu ki Allah insanlara zerrece kötülük etmez, fakat insanlar kendilerine kötülük ediyorlar" (Yunus Süresi; 44). İlahi düzen ektiğimizi biçmek üzere, dıştan bağımsız, otomatik çalışması üzerine kurgulanmış, sen bana haksızlık ettin Rabbim, sen beni baştan itibaren sevmemiştin, sen kulların arasında ayrımcılık yaptın gibi mazeretler oluşmaması için Rabbimiz kaderimizin hesaplanmasına karışmamış. Rabbimiz kaderi hesaplayan bilgisayarı (levh-i mahfuz) yaratıyor, nasıl çalışması gerektiğini içeren komutları (yazılım) yüklüyor, sonrası kulları ile o bilgisayar arasındaki bağı kuruyor sonrası düzeni kendi haline bırakıyor.

Biz buna bilgisayar-klavye modeli diyoruz. Bizler birer klavyeyiz, levh-i mahfuz ise bilgisayar. Biz buradan bir tuşa bastıkçada (amellerimiz), o eylemlerimiz ana bilgisayarda neye programlandıysa ekrana (hayatımız) onu getiriyor. O yüzden Rabbimiz başınıza ne geliyorsa kendi elinizle işlediğinizden ötürü geliyor, benim bunda payım yok diyor; Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder" (Şura Süresi; 30). Dolayısıyla bizler kader hesaplıyor dediğimizde Rabbimizi haşa dışlama yahut Rabbimizin haşa bilgisi olmadığı anlamında bunu söylemiyoruz, sadece düzenin işleyişinden bahsediyoruz. Tabiiki herşeyden Rabbimizin haberi var, hatta levh-i mahfuzun hesapladığı rızık canlanıp yeryüzüne inebilmesi için Allahın onayına ve kudretine muhtaç. Levh-i mahfuz insan bedeninde neyi temsil ediyor demiştik; kalbi. Kalbe gelen kirli kan, ilk önce akçiğerlere nasıl yönlendiriliyor, orada oksijen alıp hayat buluyorsa, levh-i mahfuzda kullardan aldığı amelleri rızık olarak kullarına geri gönderebilmesi için böylesine ilahi bir canlandırmaya muhtaç. Yani; Allahın onayı ve kudreti olmadan levh-i mahfuzun hesapladığı kader hayat bulamaz. O yüzden Rabbimiz herşey benden gelir diyor, hayrda şerde; "İyilik de kötülük de hepsi Allah'tandır" (Nisa Süresi; 78). Rabbimiz şerde benden gelir derken kullarının kaderine kötülüğü kendisi yazdığı için değil, herhangi birşeyin yeryüzünde var olabilmesi için kendisinin onayına muhtaç olduğundan dolayı böyle birşeyi söylüyor.

Neden şerrinde kendisinden geldiğine vurgu yapma ithiyacı hissetmiş? Günümüzdeki satanistlere cevap olsun diye. Yeryüzündeki kötülüğün gökten bağımsız hareket ettiğine inanan, gökten bağımsız ayrı bir güç olarak gören ve göstermeye çalışan tipler var, onlara cevap olsun diye bu bilgiyi Kur'an-ı Kerime ekleme ihtiyacı hissetmiş. İyilik veya kötülük hiç farketmez, herhangi bir duygu, madde veya eylem yeryüzünde var olabilmesi için Allahın kudreti ve onayına muhtaç. Bu arada, b
eyin Allahın ikamet ettiği arşı temsil ediyor, kalpte levh-i mahfuzu. Beyinden bağımsız çalışabilen tek organda kalp, kalbin kendisine has bir uyarı sistemi var. Beyin ile kalp arasındaki ilişkiden Allahla levh-i mahfuz arasındaki ilişkinin boyutunu rahat çıkarabilirsiniz. Umarız bu kısa bilgilerle bu konuyuda anlamışsınızdır. 

Özetlersek; hangi tür kefarete karar vermeden öncesi niyetimizi gözden geçirmeliyiz. Arınmak içinmi yapıyoruz, yoksa birşeyi elde etmek içinmi. Arınmak için yapıyorsak, samimiyetimizin test edileceği ve belki uzun yıllar bekletileceğimizi göz önünde bulundurmalıyız. Eğer bunu göze alıyorsanız o zaman bu işe başlayın. Eğer bir nimeti elde etmek için yapıyorsanız, o nimetin size ulaşmasının önündeki engeli kaldırarak o nimeti size kavuşturabilirsiniz, fakat o nimet üzerinde birden fazla lanet ve beddua ile size gelecek bunuda bilmenizde yarar var. Örneğin; şu kadar zikir çekersen şunu elde edersin, bilinçaltından şu blokajı kaldırırsan istediğin hayatı yaşayabilirsin diyenler kaderi, yani öncesini ve sonrasını maalesef hesaba katmıyor. Kader sizi bir nimetten mahrum bırakıyorsa neden bırakıyor acaba, bu soruyu sormuyorlar ve ikincisi o nimetin bize inmesini zorlarsak bu bize hayrlı olacakmı, bu işin sonrasını sorgulamıyorlar. Siz ama lütfen sorgulayın ve dikkatli olun. Birde tabiiki günahlardan olabildiği kadar uzak durun. Ne niyetine olursa olsun, bir yandan kefaret yapıyor diğer taraftan ama günahkar bir yaşantı içindeyseniz, kefaretleri ne niyetine yaparsanız yapın o kefaretler hayrınıza sonuçlanmaz. Kefaretinize başlamadan öncesi, annenize ve babanıza öf bile demeyecek kadar günahlardan uzak durun, halis bir niyetle Allaha yönelin ve niyetinize çok dikkat edin. Bunları başardıktan sonrası gelelim hangi niyete;

Hangi tür kefarete başvurmalıyız? Kefaretle ilgili Ayetleri incelediğimizde o Ayetlerin ortak noktasının fakirleri doyurmak ve kefaret orucu tutmak olduğunu görüyoruz.
"Ey İnananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah Güçlü'dür, Öçalıcı'dır" (Maide Süresi; 95). "Allah, bilinçsiz olarak yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz ama bilerek ve isteyerek yaptığınız yeminlerden sorumlu tutar. Böylece, yemini bozmanın kefareti, on yoksulu kendi ailenize yedirdiğinizin aynısı ile yedirip doyurmak yahut onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Buna imkânı olmayan ise üç gün (arka arkaya) oruç tutacaktır. Her ne zaman yemin eder ve onu bozarsanız yeminlerinizin kefareti işte budur. Öyleyse yeminlerinize sadık kalın. Allah ayetlerini size böylece açıklıyor ki şükredersiniz" (Maide Süresi 89).

İslamda çok farklı ibadetler var, örneğin hayrına su kuyusu açabilirsiniz, bir mescid yaptırabilirsiniz, zikir çekebilirsiniz veya namaz kılabilirsiniz, fakat bunların hiçbiri kefaret olarak kabul edilmiyor bilginize. Biz sizleri fakirleri doyurmaya veya kefaret orucuna yönlendirdiğimizde, bu iki ibadeti diğerlerinden üstün tuttuğumuz için veya diğer ibadetleri daha az önemsediğimiz için değil, Allahın Ayetleri bizleri bu iki ibadete yönlendirdiği için sizleri sürekli bu iki ibadete yönlendirmeye çalışıyoruz. Allahın Ayetlerini incelediğimizde sadece belirli ibadetlerin kefaret olarak kabul edildiğini ve bunların başında da kefaret orucu ve fakirleri doyurma geldiğini görüyoruz.
Ayetleri biraz daha detaylı incelediğimizde de ilk önce fakirleri doyurmamızın emredildiğini görüyoruz. Bunu biraz açalım; Ayetlerde kelimeler kelimelerin ağırlığına göre sıralanır, örneğin bir kelime diğerinden önce anıldıysa, önce anılan sonra anılandan daha değerlidir. Kefaretle ilgili Ayetleri incelediğinizde de Rabbimizin ilk önce fakirleri doyurmamızı emrediyor, sonrası kefaret orucunu anıyor. Dolayısıyla Ayetlerden yola çıkarak karar verirsek, bizim ilk tercihimiz fakirleri doyurmak olmalı.

Fakirleri doyurmak her ortam için geçerlimi? Bir üstte kefaretle ilgili sıraladığımız Ayetler bizlere bir günahı anlatıyor sonrası o günahın çözüm yolunu sunuyor, kefaret olarak neyin kabul edildiği ve bunun miktarı ne kadar olması gerektiği. Fakat bizler genelde üzerimizde olan günahları bilmiyoruz, dolayısıyla genel, herşeyi kapsayıcı bir kefarete yönlenmemiz gerekiyor. Hangisine? Bu konuda da Kur'an-ı Kerim bizi gizemde bırakmıyor, bir sıkıntın varsa oruç tut diyor;
"Kim sizden hasta ise veya başından şikayeti varsa, onun ya oruç ya sadaka veya kurban olarak fidye (vermesi gerekir)" (Bakara Süresi; 196). Şu günah bu günah demiyor, günay ayırtetmeksizin, eğer bir şikayetin varsa oruç tut diyor. Kefaret oruçları hem kefaretle ilgili tüm Ayetlerde bir çözüm yolu olarak gösteriliyor, hem şikayetinizi bilmediğiniz anlar için. Dolayısıyla bizler genelde okurlarımızı kefaret oruçlarına yönlendiriyoruz.

Fakirleri doyurmak ile oruç arasındaki fark; oruç tuttuğunuzda bundan siz ve mağdur ettiğiniz kişi (aile, sülale) faydalanacak. Rabbimiz o oruçlarınızı alacak ve mağdur edilen kişinin üzerine nimet olarak indirecek. Bi' nevi sebep olduğunuz acıların tazminatı. Fakirleri doyurduğunuzda ise, bundan hem siz hem mağdur ettiğiniz kişi hemde üçüncü bir şahıs faydalanıyor. Dolayısıyla Ayetlerde ilk önce fakirleri doyurmamızın istenmesi, üçüncü şahıslarında bundan yararlanması için. Bununda ötesinde, maddi kazancınıza bulaşan haramları temizleme imkanına sahip oluyorsunuz, zekat vari bir ibadet olduğu için toplumda zengin fakir ayrımını ortadan kaldırmış oluyorsunuz, malınızdan vererek nefsinizi terbiye ediyorsunuz, çevremizde gerçekten mağdur insanlar var onların hayatta kalmasını sağlıyorsunuz, kendi borcunuzu kendiniz ödemiş oluyorsunuz vs. O yüzden İslam dini ilk önce fakirleri doyurun diyor. Dikkat ederseniz, fakirleri eğitin veya burs verin veya giyindirin demiyor, doyurun diyor. Fakirlerin diğer ihtiyaçları için zekat ve hayr olarak geçen diğer ibadetler var, kefaret için Allahın kabul ettiği şey sadece doyurmak. Maddi imkanınız varsa, lütfen bol bol üzerinizdeki günahlara kefaret olarak fakirleri doyurun.

Ne kadar diyorsanız; üzerinizdeki ağırlık kadar, maddi imkanınız kadar. Eğer üzerinizde çok sıkıntı varsa, temel ihtiyaçlarınızı giderdikten sonra, her ay maaşınızın %40 ıyla fakirleri doyurun. Kızılay ve AFAD gibi devlet kurumları aşevleri işletiyor, fakirleri doyurma niyetine oralara bağışlayın ve hangi sıkıntınıza kefaret olarak yaptığınızıda niyetinizde beyan edin. Bu niyetinizi bağış yaptığınız yere beyan etmek zorunda değilsiniz, kendi içinizden edin. Bağış yaptığınız kuruma bunu fitre niyetine yaptığınızı söylemeniz yeterli. Fitre nedir? Oruç yerine fakiri doyurmaktır. Sizin yaptığınızda sonuçta bu.

Bunu ne kadar uzun sürdürmeliyiz diyorsanız; bir kaç ay yapıktan sonrası belirli sıkıntılarınızın gittiğini göreceksiniz, fakat tüm bedeni temizlemek için en az 8 yıl boyunca yapın deriz. Her ay maaşınızın bir kısmını kefarete ayırın ve bunu beş vakit namaz gibi günlük ibadetinizin bir parçası haline getirin.

8 yıl çok değilmi diyorsanız; arkadaşlar, 70-80 yıllık bir ömürde 8 yıl uzun bir süre değil. Kaldıki çocuklarınız torunlarınız bundan yararlanacak, siz belki huzurlu bir hayat yaşamadınız, en azından onların yaşamasını istemezmisiniz? Artı, ben 50 yaşıma geldim, bundan sonra 8 yılımı buna harcasam haracamasam, bu saatten sonra zaten bana bir faydası olmaz, ömrüm zaten geçti diyorsanız, öyle düşünmeyin deriz, çünkü hastalıkların ve bedensel çöküşün dönemine girdiniz, 50 yaşından sonrası insanlar hastalıklarla boğuşarak bu hayata veda ediyor, en azından ömrünüzün son yıllarını yaşlılık dönemini huzur içinde geçirmek istemezmisiniz. Diğer insanlar 50'den sonra tel tel dökülürken siz huzur ve sağlık içinde olacaksınız, sizce bu kefaretlere başalamak için yeterli bir neden değilmi. O yüzden geç veya uzun demeyin, bu nasihatımızı yerine getirin inşallah. Bilhassa melhame-i kübra, deccal ve ecüc mecücler dönemine girdiğimiz ve insanlığı çok büyük felaketlerin beklediği şu dönemde herkes ölüm kalım mücadelesi verecekken siz güven içinde olmak istemezmisiniz? İsterdiniz diye düşünüyoruz. O zaman niyetinizi daha fazla bekletmeyin, daha fazla ertelemeyin deriz. Hani her ay maaşınızın bir kısmı artıyor ve çeyrek altınmı alıp kenara koysak veya birikimlerimiz var onlarla şuradan arsamı dairemi alsak diyorsunuz ya, işte önümüzdeki bir kaç yıl kenara birşey koymayın, ayın sonunda artan parayla ve bu zamana kadar biriktiğiniz paranın bir kısmıyla kefaret yapın. Geleceğiniz için yatırımınız maddeye değil maneviyata olsun. Geleceğinizin sigortası altın değil Allah olsun. İki yıldan daha az bir zamanınız kaldı, iki yıl sonrası savaşlar başlıyor bilginize. Bıçak kemiğe dayandığı zaman bu işlere kalkışırsanız geç kalmış olursunuz, o yüzden ertelemeyin. Okurumuz bu konuyu bize tekrar hatırlattığı içinde kendisine teşekkür ediyoruz.

Özetlersek; maaşınızın belirli bir kısmını kesinlikle kefaret oruçlarına ayırın, bunu hayatınızın bir parçası haline getirin ve buna bir zaman kısıtlaması getirmeyin. Onun dışında kesinlikle her ay en azından 10 gün arka arkaya oruç tutun, yılın belirli dönemlerinde de 40 gün veya 60 gün arka arkaya oruç tutun. Genel kural şudur; hangisi size daha ağır geliyorsa, yapmanız gereken o. Örneğin; eğer oruç tutmak size ağır geliyorsa, başınızı kaldıramıyor veya bedeniniz kriz geçiriyorsa bilinki oruç sizin için daha hayrlı ve makbul. Hocam kafamı kaldıramıyorumki oruç tutayım diyorsanız; böyle bir durumda ilk önce oruç tutmanıza engel olan günahlar için fakirleri doyurun, sonrası oruç tutun. Böyle yaparsanız oruç tutarken bedeninizi krize sokan günahları hafifletmiş olur, orucu tutarken zorlanmazsınız. Eğer ama oruç tutmak size kolay geliyor, paranızı vermekte zorlanıyorsanız, biraz eli sıkıysanız, aylık giderlerinizi karşıladıktan sonra geri kalan maaşınızın %40 bağışlamak size ağır geliyorsa o zaman fakirleri doyurmak sizin için daha hayrlı ve makbul. İnşallah ikisinin ortalamasını bulun, hem maddi imkanınız el verdikçe fakirleri doyurun hem sağlığınız imkan verdikçe oruç tutun. Umarız sizin için hayrlı ve aydınlatıcı bir yazı olmuştur. Kendinize, ailenize, sevdiklerinize, milletimize ve dinimize çok iyi bakınız. Allaha emanetsiniz.
- 05.12.2023












kelimelerden türemiş hurafeler