Bazı konular var bunların gizli kalması herkesin hayrına, örneğin ahit sandığı, ama maalesef merak insanoğlunu rahat bırakmıyor ve insan her konuya burnunu sokuyor. Burnunuzu soktuğunuz konu gözünüzün önündeyse o zaman buyurun burnunuzu sokun, başkasının hakkına tecavüz etmediğiniz müddet buna bir itirazımız yok çünkü insan bilmediğini öğrenmesi gerek çünkü insan araştırarak sorarak ve sorgulayarak gelişiyor. Bu gelişimin, doğruları bulmanın püf noktasıda, hakkında doğruyu bulmak istediğiniz şeyin önünüzde olmak zorunda olması. Birşey hakkında doğruyu bulmak istiyorsanız o şey önünüzde olmak zorunda. Görmek zorunda değilsiniz ama araştırdığınız şey önünüzde olmak zorunda. Örneğin atomlar. Gözle görmüyorsunuz ama önünüzde. Birşey eğer önünüzdeyse o zaman onu inceleye inceleye eninde sonunda o şeyi çözebilirsiniz. Araştırdığınız şey önünüzde değilse ama? Örneğin ahit sandığı. Günümüzden 2500 yıl öncesi yokluğa karışmışsa, yerinin nerede olduğunu bilmediğiniz birşeyse, onu araştırma, hakkında doğruyu bulma şansınız varmı? Yok. Olsada, emin olamazsınız. Yorumlarınızın bir çoğu zan, yalan ve iftira boyutuna doğru kayar. Örneğin; Allahu Teala eğer sizin bahsettiğiniz amaç için ahit sandığını indirmediyse, ahit sandığı sizin bahsettiğiniz özelliklere veya içeriklere sahip değilse, o zaman Allaha iftira atmış oluyorsunuz. İslam dininde de iftira çok büyük bir günah. Örneğin; bu yazımız dahi sakıncalı çünkü bilinmeyen birşey hakkında yorum getiriyoruz. Rahatlıkla zan, yalan ve iftira boyutuna bizde kayabiliriz. Kaymamak için ne yapıyoruz; önlemimizi alıyoruz. Örneğin yazımızı meraktan ötürü veya daha fazla üzerimize ilgi çekmek için yazmıyoruz, mecburiyetten ötürü yazıyoruz. Ahit sandığı hakkında çok ama çok hurafeler uyduruluyor, her araştırmacı sanki diğeriyle yarışırcasına sansasyonel bir hikaye uyduruyor, her biride diğerinden daha uçuk, bunada birisi dur demesi gerekiyordu. Allahı korumak için birşey yaptığınız zamanda Allah korur. Ufak tefek hatalarınızı aleyhinize saymaz. Az hata yapmak için, bizde tabiiki üzerimize düşeni yapacağız. Nasıl; konuyu olabildiği kadar sade ve kısa, Ayetler ve günümüzün teknolojisiyle yazımızı sınırlı tutarak. Bir Ayet bir teknoloji misali, ahit sandığı o dönemde hangi amaç için kullanıldıysa yorumumuzuda onunla sınırlı tutacağız, boyutlar arası geçit, zamanda yolculuk gibi saçma iddialara girmeyeceğiz. Anlayacağınız, yorumunuzu ne kadar sade tutarsanız, o kadar az zanna o kadar az yalan ve iftira boyutuna girersiniz.
İlahi kural çok basit: "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur" (İsra Süresi; 36). Ahit sandığı nerede? Allah gizlemiş. Allahu Tealanın hakkında bize bilgi vermediği, yerini gizlediği birşey hakkında da neden binbir çeşit yorum getiriyorsunuz arkadaşlar? Bu iddialarınızdan ötürü bir gün hesaba çekileceğinizi bilmiyormusunuz? Kaldıki ortaya attığınızın iddiaların tutulacak sağlam bir yeride yok. Örneğin ahit sandığın bir zaman makinası olduğu iddiası. Akıl var mantık var, o dönemde yaşayan peygamberlerin zaman makinesi ile ne işi olsun? Her peygamber vazifesini yerine getirmek için neye ihtiyaç duyuyorsa Allah o konuda kendisine imkan sunuyor, o dönemde yaşayan peygamberlerinde zaman makinasıyla veya zamanla ne işi olsunda Allah onlara bir zaman makinası indirsin? Bu iddiaları ortaya atan kişiler hiçmi düşünmüyor, konulara biraz kafa yormuyor? Siz eğer atalardan miras kalan her eşya sandığını bir zaman makinası olarak görürseniz o ayrı tabiki, o zaman her köy evinde bir zaman makinası var bilginize.
Yorumlarınızda lütfen sade kalın: farkındayız, ekranlara çıktığınızda ilgi çekici birşey anlatmanız gerek, uzaylılardan, annunakilerden, şahmaran ve reptil hikayelerinden bahsetmeniz gerek, aksi takdirde, o yok şu yok dediğinizde kimse sizi davet etmeyecek. Fakat ilahi imtihanda bu değilmi; kariyeriniz ve hayatınıza mal olsada doğrudan şaşmamak? Nacizane tavsiyemiz, temel bilgilerinizi tekrar gözden geçirin. Örneğin; uzaylılar. "Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat Süresi; 56). "(Allah) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" (En'am Süresi; 130). Kur'an-ı Kerimde Allahu Teala sadece iki canlıyı sorguya çekeceğini söylüyor, insan ve cin. Bu bilgide temel bilgiler arasına girer. Bu temel bilgiye sahip olan biriside üçüncü varlıkların peşinde koşmaz. Örneğin; siz eğer insan ve cin dışında, uzaylı adında üçüncü bir varlığa inanırsanız, o zaman size sorarlar; onları kim yarattı, onlar mahşeri sorgudan muafmı. Bir anda inancınızın bir çok noktasının nasıl sorguya açıldığını gördünüzmü? Müslüman değilseniz sıkıntı yok, istediğinize inanmakta özgürsünüz. Ben müslümanım diyorsanız ama, o zaman siz herşeye inanamazsınız. Siz inancınız doğrultusunda hareket etmek zorundasınız. Duyduğunuz her bilgiyi ilk önce inancınızla çek etmek zorundasınız. Bunuda yaşantınıza veya gelişiminize bir kısıtlayıcı olarak görmeyin, karanlıkta kaybolmanıza engel olan bir fener bir rehber gibi düşünün. Bilinmeyenler denizlere (konulara) açıldığınızda kaybolmanıza (sapmanıza) engel olan, sizi güvenli limana (doğruya) rehberlik eden yıldızlar gibi düşünün. İslam inancı hiçbir inanç sistemin sahip olmadığı bir ayrıcalığa sahip, o da herşeyin bilgisini içeren bir Kitaba sahip olmamız (Kur'an-ı Kerim). Bir Müslümanda bu kitaba danışmadan hiçbir şeye inanmaz hiçbir şeyi kabullenmez.
Örneğin; annunakiler hakkında Kur'an-ı Kerim birşey diyormu? Doğrudan demiyor. Bundan daha muhteşemini yapıyor. Annunakilerle birililkte konuyla ilgili ne kadar iddia varsa, onların hepsini topluyor ve hepsine bir cümleyle cevap veriyor;"O sizi tek bir nefsten yaratandır" (En'am Süresi; 98).Muhteşem değilmi? Bu Ayet bizlere gelmiş ve gelecek tüm insanların tek bir genetik kaynaktan çıktığını söylüyor. Bu Ayet bize insan ırkına dıştan müdahale olmadığı, farklı bir ırkın genetiği ile karışma olmadığını anlatıyor. Bir Ayetin konuya doğrudan girmeden konulara nasıl cevap getirdiğini görüyormusunuz? O yüzden Kur'an-ı Kerim mucizevi diyoruz, herşeyin cevabını içeriyor diyoruz. Kutsal kitabımızda Allahu Teala, uydurulan her hurafeyi teker teker teker anıp reddiye yapma yerine, bir cümleyle konuyla ilgili yüzlerce hatta binlerce iddiaya cevap verip çürütüyor. Bir cümleyle Allahu Teala reptilcileri, annunakicileri, uzaylıları, güya düşen meleklerin hamile bıraktıklarını vs herkesi susturuyor. Muhteşem değilmi. İnsan ırkı bir nefisten yaratıldı diyor Allah, bununlada insan ırkının başka ırklarla kirletildiği iddiasının önüne geçiyor. Siz ama eğer annunakilerde hz Ademin çocukları derseniz, o ayrı tabiiki. O zaman ama size başka Ayetler sunar o iddianızıda çürütürüz. Hocam ama bu konuda geçmiş dönemlerden kalan bilgiler var diyorsanız; bakınız, günümüzde de süngür bob adında bir karakter var. Siz günümüzden iki bin yıl sonrası yaşasaydınız ve arkeolojik kazılarda sünger bob hakkında bilgilere ulaşsaydınız herhalde onunda gerçek olduğu, bir denizaltı şehrinde yaşadığına inanırdınız. Sizler belirli dönemlere ait masallarla (örneğin şahmaran) o döneme ait gerçekleri birbiriyle karıştırıyorsunuz. Allahu Tealanın sizi uyarması, iblis ve tayfası sizi kandıracak, babanız (hz Adem) ve geçmişiniz hakkında size yalan söyleyecek demesine rağmen, şeytanların bin yıllardır fısıldadığı hikayelere kanıyorsunuz. Örneğin düşen melekler yalanı. O yüzden ne diyoruz hep, temel bilgilere sahip olmadan yola çıkmayın. Çıkarsanız her hikaye her masala kendinizi kaptırırsınız. Örneğin; harita, yol tarifi veya gps olmadan bilinmeyen bir adrese yolculuk ediyormusunuz; etmiyorsunuz. Temel bilgilere sahip olmadanda bilinmeyen konulara girmeyin. Tek bir nefisten yaratılma inancıda değerli dostlar hepimizin bilmesi gereken temel bilgilerin arasına girer. Bu temel bilgilere sahip olanlarda bilinmeyen konulara açıldığında sapmaz ve şaşırmaz, temel bilgilere sahip olmayanlarsa annunakiler diyarınada açılır, şahmaran hikayelerinede kendini kaptırır. Olayı anladınız. Ekran ekran dolaşıp grimm masallarını kıskandıracak hikayeler anlatan kardeşlerimize tavsiyemiz, "101 temel bilgiler" dersini es geçip master programından giriş yapmışlar, kendilerini daha fazla rezil etmeden, insanların akıllarını hurafelerle daha fazla allak bullak etmeden inançlarının temel bilgilerini tekrar gözden geçirsinler.
Not: bazı iddialar doğru fakat yapılan analiz yanlış. Örneğin; bizim dünyamıza ait olmayanlar varlıklar, insanla ilişkiye girip ademin kızlarını hamile bıraktığı veya insanların şeytanlar tarafından kaçırıldığı doğru. Fakat bunu yapanlar uzaylılar değil, cinler. Astral seyehat yaptığınız veya rüyalar gördüğünüz bir bedeniniz var ya, işte onlardan 7 taneye sahipsiniz ve onlardan birisini şeytanlar kaçırıp ona çok kötü şeyler yapabilir ve yapıyorda. Bazı insanlarda rüyalar aleminde bunu canlı canlı yaşıyor ve görüyor. Herşey canlı canlı gerçekleştiği içinde bu insanlar bunu uzaylılardan biliyor. İnançlarında, bilhassa batı aleminde cin diye bir varlık olmadığı için, yaşadıkları travmayı uzaylılardan biliyor. Ancak bu şekilde yaşadıkları travmaya bir anlam getirebiliyorlar. Bu iddialarda doğru. Biz burada herşeyi yalanlayacak değiliz. Dünyada neler olup bitiyor bunun gayet iyi farkındayız. Fakat yaşanılan olaylara getirilen analiz yanlış. Bu insanları kaçıranlar uzaylılar değil, şeytanlar yani cinler aleminden birileri. İkincisi, cinlerin veya şeytanların bu müdahalesi enerji aleminde gerçekleşiyor, yeryüzünün fiziki boyutunda değil. Yani insan ırkı dıştan kirletilmiyor. Öneğin; hamile kalan bir kadın, bedeninin enerji boyutunda hamile kalıyor. Kişi gerçekten hamile kalıyor ve gerçektende bir çocuk dünyaya getiriyor, fakat o çocuk enerji aleminde dünyaya geliyor ve orada bir yaşam sürdürüyor, yeryüzündeki insan ırkını kirletmiyor. Evet, bazı şeyler gerçektende oluyor, fakat bunu yapan uzaylı değil cinler ve ikincisi bunlar yeryüzünün fiziki sınırları içinde gerçekleşmiyor, enerji aleminde gerçekleşiyor. Enerji alemine mahkum olan canlıları, insan aleminin fiziki boyutuna taşımak için uğraşmıyorlarmı? Uğraşmazlarmı. Sabah akşam satanistler bunun üzerine çalışıyor. Örneğin; enerji aleminde yaşayanlara yapay bir beden inşa etmek (robotlar). Düşünce gücüyle robotları çalıştırmaya başladıklarını duymuşsunuzdur, düşüncede nedir enerjidir. Bunlar enerji ile madde arası ilişkiyi kurabilecek sensörleri keşfetmiş. Geriye sadece robotları inşa edip içine enerji alemindeki cinleri yerleştirmek kalıyor. Sonrada bunları evrim geçirmiş robotlar olarak bize pazarlayacaklar. Bu yapıldığı zamanda o zaman insanoğlu için ciddi sorunlar başlıyor demek. Rabbimin izniyle ama bu boyuta gelmeyecek merak etmeyin. Br çok kişi sizi şu olacak bu olacak diye korkutuyor ya, bilinki bunların hiçbiri olmayacak çünkü Allah müdahalesini yakında yapacak.
Değerli dostlar; bizler bu kısa yazımızda ahit sandığı nedir, ne amaç için ortaya çıktı bunu size anlatmaya çalışacağız. Olabildiği kadar kısa tutacağız, çünkü bilinmeyenler hakkında fazla ileri geri atıp tutmamak gerek. Sizin temel bir fikir edinmeniz bizim için yeterli. Ahit sandığı hakkında bu kadar hurafe ortalıkta dolaşmasaydı, bu kısa bilgileri dahi kalem almaktan korkar, uzak dururduk. Burada ama amaç ortalıkta dolaşan hurafelere cevap vermek, sizi hurafelere karşı korumak olduğu için, Rabbimiz bu yazımıza göz yumar diye düşünüyoruz, yeterki lafı uzatmayalım, fazla detaya girmeyelim. Yazımız kısa ve öz olacak, umarız yazımız sizin için yeterince aydınlatıcı olur. Size hayrlı ve aydınlatıcı okumalar diliyoruz. Ahit sandığının çıkış hikayesini okurken, bu hikayenin israiloğullarına gökten bıldırcın etinin indiği, altın bir buzağanın canlandığı bir dönemde yaşandığı, yani Allahu Taalanın israiloğullarını imtihan etmek için, onların istediği herşeyi yaptığı bir dönemde yaşandığını unutmayınız.
Hikaye nerede başlıyor? "Ve İsrailoğullarına denizi atlattık. Derken, bir kavme vardılar, toplanmış kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı. Dediler ki: «Ey Musa, bunların birçok ilahları olduğu gibi sen de bize ilah yap!» Dedi ki: «Siz gerçekten cahillik ediyorsunuz. Çünkü o gördüklerinizin içinde bulundukları din, yok olmaya mahkumdur ve bütün yaptıkları batıldır!" (Araf Süresi, 138-139). İsrailoğulları Mısırdan çıktığında bir topluluk görüyor, putlara tapan bir topluluk, bunun üzerine Musa as'a bizede böyle bir put yapki bizde yeryüzünde bir tanrıya ibadet edelim diyorlar. Musa as'da bunun sapkın bir düşünce olduğunu söyleyip ikazını yapıyor. Bu ikaz ama israiloğullarını tatmin etmiyor, onların bu isyankar tavrınıda Allahu Teala bir yere not ediyor. Firavunun zulmünden kurtarılmalarına, denizin yarılması gibi Allahın nice mucizelerine şahit olmalarına rağmen, halen akıllanmamış olmaları not ediliyor.
Allahu Teala ile Musa as'ın 40 günlük sözleşesi: İsrailoğulları mısırdan çıkıyor ve kutsal topraklara doğru yolculuk ederken sina yarım adasına varıyorlar ve orada Musa as, Allahu Teala ile görüşmek için Tur dağına çıkıyor. "Musa ile otuz geceliğine sözleştik, buna on gece daha ekledik, böylece Rabbinin belirlediği buluşma süresi kırk geceye ulaştı. Musa, kardeşi Harun'a şöyle dedi: Kavmim içinde benim yerime geç, ıslaha çalış ve bozguncuların yolundan gitme!" (Araf Süresi, 142). Musa as'ın bu yokluğunda da Allah, israiloğulların putla ilgili niyetlerini hayata geçirmelerine izin veriyor. Musa as'ın yokluğunda kendi aralarında konuşmaya başlıyorlar, Allahla konuşmak için Musa dağa çıkıyor, Allah hep bizimle olsa, yolculukta bize eşlik etse, ona hergün ibadet edebilsek daha iyi olmazmı diyorlar ve sonrası altından zinet eşyalarını eritip bir buzağa heykeli yapıyorlar.
Onları bu sapkınlığa iten ne? "Nefsinizin arzulamadığı şeyleri söyleyen bir peygamber geldikçe ona karşı kibirlendiniz, bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz" (Bakara Süresi; 87). İsrailoğullarının hayata bir bakış açısı var ve herşeyin kendi bakış açıları doğrultusunda olmasını istiyorlar. Bu hadisede de keza bunun yansımasını görüyoruz; Musa as putlar olmaz diyor, onlarsa putlar olursa biz daha iyi ibadet ederiz diyor ve peygamberlerinin görüşünü reddediyorlar; "Sizden kesin söz almış ve Tur'u tepenize dikmiştik, "Size verdiğimize kuvvetle sarılın ve dinleyin" demiştik "İşittik ve karşı geldik" dediler de inkarları yüzünden buzağı sevgisi kalblerine sindirildi. De ki, "Eğer inanmışsanız, imanınız size ne kötü şey emrediyor?" (Bakara Süresi; 93). Allahu Teala böyle olacak diyor, onlarsa işittik ama reddediyoruz, bizim bu konuda kendi görüşümüz var diyorlar. Buradan da bu israiloğulların imanlarının boyunun ölçüsünü çıkarabilirsiniz. Allahta madem siz böyle istiyorsunuz diyor ve onların putla ilgili niyetlerinin önünü açıyor.
Samiri ve buzağa: Musa as Tur dağına çıktığında altından buzağı yapıyor ve ona tapmaya başlıyorlar. "Musa'nın arkasından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı heykelini (tanrı) edindiler. Görmediler mi ki o, onlarla ne konuşuyor ne de onlara yol gösteriyor? Onu (tanrı olarak) benimsediler ve zalimler oldular." (Araf Süresi, 148). Size kronolojik olarak olayları anlatıyoruz çünkü ahit sandığının ne amaç güttüğünü ancak bu şekilde çözebilirsiniz. Ahit sandığının açığa çıkmasının altında bir neden var, o nedeni anlamanız içinde o dönemde İsrailoğulları nelere niyetlendi bunu bilmeniz gerekiyor.
Niyeti neydi israiloğulların? İsrailoğulları mısırdan çıktıklarında putlara tapan bir kavim görüyor ve diyorlarki bizde put yapalım ve yeryüzünde tanrımıza tapalım. Musa as buna kızıyor, bunun sapkın bir fikir olduğunu söylüyor. Musa as'ın ikazı ama bunları ikna etmiyor, onun yokluğunda altından bir buzağı heykeli yapıyor ve ona tapmaya başlıyorlar. Neden bunu yaptınız diye kendilerine sorulduğunda da, biz Allaha yakın olmak ve ona tapmak için yaptık bunu diyorlar. Yani işledikleri her halta bir bahane buluyorlar, o bahanede Allaha yakın olmak. Allah bizim aramızda olursa biz ona daha iyi kulluk ederiz diyorlar ve işledikleri her sapkınlığa bu bahaneyle cevap veriyorlar. Niyetleri kısacası; Allah bizim aramıza girsin, bize eşlik etsin, bizim aramızda yaşasın ve bizde ona bol ibadet edelim.
Bu sapkınlığa Musa as dur diyor: "Ve bu kez Samiri'ye döndü: "Ey Samiri, ya senin maksadın nedir?" (Samiri), "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm; elçinin ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım, onu (eritilmiş mücevherlerin içine) attım. Nefsim bana böyle yapmayı hoş gösterdi." (Musa), "Defol git dedi. Artık hayat boyunca sen 'bana dokunmayın' diyeceksin. (Ahirette de) sana vaadedilen bir ceza var ki, ondan asla kaçamayacaksın. Şimdi durup tanrına bak; biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız" (Taha, 95-97). Musa as Tur dağından iniyor, kavminin bir heykel etrafında sarhoşcasına dans ederken görüyor, çıldırıyor ve müdahalesini yapıyor.
Allahu Teala ne yapıyor? Madem öyle, madem ben aranızda olursam siz bana daha iyi kulluk edeceksiniz, o zaman dileğinizi kabul ediyorum diyor ve hiçbir kavime yapmadığı kıyaklardan birisini daha israiloğullarına yapıyor, bende sizin aranızda olacağım sizinle birlikte yolculuk edeceğim diyor. İmtihan edecek ya, bunların inançtaki samimiyetini test edecek ya Rabbimiz, madem ben aranızda olursam siz daha çok ibadet edeceğinizi söylüyorsunuz, o zaman, hodri meydan, bende sizinle yolculuk edeceğim diyor ve Musa as'a bir sandık inşa etmesini emrediyor.
Neden bir sandık? Altın buzağı hadisesi yaşandıktan hemen sonrası, bağışlanmalarını diledikten ve neden böyle birşey yaptıklarını anlattıktan sonrası, Allah israiloğullarını yine bağışlıyor ve Musa as'a belirli ölçülerde ve belirli malzemelerden bir sandık yapmasını emrediyor. Musa as'da ustalara gövdesi akasya ağacından, altın kaplamalı, kapağı ise saf altın ve kapağın üstünde de iki melek figürü olan bir sandık yaptırıyor. Kapağın üstündeki iki melekte karşılıklı duruyor, kanatları açık ve ikisinin kanatlarıda içe doğru kavisli. Gramafonun üstündeki sesin çıktığı o geniş ucu gibi. Buradan da ahit sandığın ne amaçla yapıldığı konusunda ilk ipucunu almış oldunuz. Ahit sandığı bir ses çalar, Allahın sesini yeryüzünde işitilir kılan bir araç. Değerli dostlar; Allahu Teala yeryüzünü fizik kuralları üzerine inşa etmiş, kendisi yeryüzüne müdahale ederken dahi, Rabbimiz o fizik kurallarına bağlı kalıyor. En ilkel ses çalarlar (gramfon) hangi kurallar üzerine çalışıyorsa, o doğrultuda bir sandık inşa ettiriyor. Ahit sandığı sanıldığı gibi hz Ademle birlikte inmedi, ahit sandığı Nuh as'ın gemisi gibi, Allahın talimatı ve Allahın verdiği ölçüler doğrultusunda Musa as tarafından o dönemin ustalarına yaptırıldı.
Amaç ne? İsrailoğulları sapkınlıklar içinde bulunuyor ve her defasında da biz bunu Allaha daha yakın olmak için yaptık deyip için içinden sıyrılıyorlar. Allahta, madem öyle, niyetlerinin samimiyetini test etmek için onların dileğini kabul ediyor, bende size bu yolculukta eşlik edeceğim, aranızda olacağım diyor. Şimdi; Allahu Teala fiziki anlamda yeryüzüne inmez. Yaratılmış olan eşya onun nurunu kaldıramaz. "Ve Musa, belirlediğimiz vakitte gelip de Rabb'i onunla konuşunca: “Bana görün de Sana bakayım!”¹ dedi. “Sen Beni göremezsin, fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de Beni göreceksin.” buyurdu. Rabb'i dağa tecelli edince onu darmadağın etti ve Musa baygın düştü. Kendine gelince: “Seni tenzih ederim. Tevbe ettim Sana. Ben inanların ilkiyim.” dedi." (Araf Süresi; 143). Allahu Tealanın yüzünü yaratılmış olan eşya kaldıramıyor ama sesini kaldırabiliyor. Sesini kaldırabildiğini nereden biliyoruz; Musa as'ın Allahla konuşabilmesinden. Bu konuşma nasıl gerçekleşiyor? Dağlar üzerinden. Allahu Tealanın sesini dağların kaldırabildiğini biliyoruz. Allahta kendi ses frekansını taş levhalara yükleyip bunu İsrailoğullarına veriyor. Bi' nevi artık ben sizinleyim, istediğiniz zaman benimle konuşabilirsiniz, ben artık sizin aranızdayım demeye getiriyor. Sen bizim aramızda olursan biz sana daha çok ibadet ederiz diyen israiloğullarını bi'nevi ağır bir imtihana tabi tutuyor, bakalım gerçektende söylemlerinde samimilermi buna bakıyor. Taşlara işlenen levhaların amacı buydu, çöldeki yolculuk esnasında israiloğullarına Allahla konuşma fırsatı sunmak için.
Ahit sandığı nedir, o zaman? Ahit sandığı bir hoparlör bir gramofon'dur. Büyük ahşap hopörlere veya ilk gramofonlara bakınız, yapı olarak ahit sandığına benzediğini göreceksiniz.
Sistem nasıl çalışıyor? Allahu Teala'nın sesini kaldırabilecek bir canlı yok, ama madde var. Dağlar Allahu Tealanın sesini kaldırabiliyor. O yüzden Musa as Allahla konuşmak için dağa çıkıyor. Çöldeki yolculuk esnasında, dağların olmadığı, kutsal vadilerin olmadığı yerde de ama Allah, israiloğullarına eşlik etmek, onlarla konuşmak istemiş. Çözüm olarakta Allahu Teala sesini taşlara yüklüyor. Bunuda 10 emir olarak Musa as'a veriyor. Şimdi; Allahu Teala'nın ses frekanslarını içeren taşlar ahit sandığın içine konuluyor, sandığın kendiside ahşaptan. Ahşaptan olmasının nedenide günümüz hoparlörden anlıyoruz, ahşap sesi çok net bir şekilde dışa yansıtan malzeme.
Hoparlör misali; Hoparlörün bir sandık kısmı birde sesi dışa yansıtan diyafram kısmı var, o diyafram kısmınıda kanatları içe doğru kavisli iki melekle gibi düşüneceksiniz. Allah konuşuyor, ahit sandığın içindeki taşlar Allahın frekansını alıyor, dağlarda echo oluşması gibi bir yansıma oluyor, ahşap sandıkta bu sesin çevreye yayılmasına engel olup o iki meleğin kanatalarının arasından sesi dışa yansıtıyor. Ahit sandığın altındaki tüm gizem bu.
Tarih: tarihi belgeler bize ahit sandığın mısırdan çıkış sonrası ortaya çıktığını ve Allahla konuşmak için kullanıldığını gösteriyor. Tur dağın eteklerini terk ettikten sonra, Allahla bir daha konuşma şansı bulamayacak olan Musa as'a, ahit sandığı üzerinden yolculuk esnasında da Allahla konuşma fırsatı sunuluyor, israiloğullarından dileği kabul oluyor, Allahın onlarla birlikte seyehat etme dileği. Tarih, olayların akışı ve mantık bizlere ahit sandığın mısırdan çıkış sonrası ortaya çıktığını söylüyor, yani hz adem döneminden itibaren ahit sandığını aramayın. İkincisi, tevrat ve incil gibi tarihi belgeler bizlere seyyar tapınakların üstünde siyah bir bulutun belirdiği ve sonrası Musa as'ın ahit sandığın olduğu bölüme girip Allahla konuştuğunu anlatıyor, yani ahit sandığın Allahla konuşmak için indirildiğini o dönemden kalan belgelerden net anlıyoruz. Tabiiki sonradan gelen peygamberler bunun içine bazı emanetler koymuş olabilir, fakat bu ahit sandığın bir emanet sandığı olduğu anlamına gelmez bilginize. Ahit sandığın esas amacı bir emanet sandığı olmak değil, Allahla birebir iletişimi sağlamak. O dönemin israiloğulları Allahın kendileriyle yolculuk etmesini istiyor, Allahta onları test etmek için bunu kabul ediyor. Ahit sandığı yapıldıktan sonra Musa as Allahla konuşmak için tur dağına çıkmasına gerek kalmıyor, yolculuk esnasında istediği an Allahla konuşabiliyor.
Mishkan (seyyar kutsal tapınak): İsrailoğulları çölde yolculuk ederken bir yerde konaklama vakti geldiğinde seyyar tapınaklarını kurarlardı. Tapınağın içinde adak sunma taşı birde çadır bulunurdu. Çadırın bir kısmıda ibadethane, bir perdenin arkasında da ahit sandığı vardı. Musa as Allahla görüşmek istediği zamanda ahit sandığın bulunduğu mekana girer, çadırın üstünde siyah bir bulut oluşur ve Allahu Teala ile görüşme gerçekleşirdi. Şöyle bakarsanız ne kadar büyük bir ayrıcalık değilmi? Hangi kavime böyle birşey nasip oldu; hiç kimseye.
İmtihanı geçtilermi? Allah hem kendisinden bir nişan indirdi (sesiyle işlenmiş levhalar) hemde onlarla konuşarak (ahit sandığını bir iletişim aracı olarak kullanarak) bu yolculukta israiloğullarına eşlik etti. Bu israiloğulların inancını artırdımı, gerçektende mısırdan çıktıkları günden beri Allaha tapacak birşeyimiz olursa ona daha çok ibadet ederiz söyleminde samimi olduklarını kanıtladımı? Maalesef hayır. Bu seferde seni görmedikçe sana iman etmeyiz dediler. "Hani bir de: “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanacak değiliz!” demiştiniz de, gözünüz göre göre sizi yıldırım çarpmıştı" (Bakara Süresi; 55).
Özetlersek: Allah aramızda olursa ona daha çok ibadet ederiz dediler, işledikleri tüm sapkınlıklara, Allahı o kadar çok seviyoruzki Allaha tapacak birşeyimiz olsun istedik cevabını verdiler. Allahta madem öyle, yeryüzünde bana tapmakmı istiyorsanız, bu iş putla olmaz, benden birşey indireceğim size diyor ve sesini indiriyor (levhalar). On emri Allah kendi sesiyle levhalara işliyor, yeryüzünde birşeye tapacaksanız alın sizden birşey diyor. Ahit sandığını özel ve kutsal kılan, yeryüzündeki tüm eşyadan farklı kılan, melekler tarafından korunmasının nedenide bu, Allahın bir nişanını (sesi) içermesi. İnsanlar ahit sandığın kendisini kutsal biliyor, bu doğru değil, sandığın kendisi o dönemin ustaları tarafından yapılan sıradan bir sandık. Kutsal sandığı kutsal kılan o levhalar. O levhalar Allahın sesini içerdiği için ve o levhalar ahit sandığında tutulduğu için ahit sandığı kutsal. O yüzden ahit sandığını Musa as öncesinde aramayın, çünkü Musa as öncesi yeryüzünde sandıkta muhafaza edilmeye değer kutsal bir eşya yoktu. İnsanlık tarihinde ilk defa Musa as döneminde Allahın bir nişanı yeryüzüne iniyor, bu da çok özel ortamda muhafaza edilmesi gerekiyordu (altın kaplamalı sandık) ve özel kişiler tarafından korunması gerekiyordu (melekler). Umarız burasını çok iyi anlamışsınızdır. Ahit sandığı sadece muhafaz için değil, aynı zamanda taşımak içinde gerekliydi. O levhalar Allahın enerjisini içerdiği için levhalara sadece arınmış kişi dokunabilirdi, bu da o dönemde sadece Musa as'dı. Musa as'da ama 24 saat o levhaları üzerinde taşıyamazdı, yani kendisi dışında ve kendisi sonrası için o levhaları taşıyan bir araç gerekliydi. Allahın nişanınada ancak altından özel bir sandık yakışacağı için altın ve melek sembolleri içeren bir sandık inşa edildi. Ona dokunmak bile yasaktı, uzun tahta çubuklarla taşıdılar.
Sohbet köşemiz: o iki levha Allahın bir nişanı ise, Musa as onları neden yere fırlattı?Yazımızı okurken bir çoğunuzun aklına bu soru gelmiştir; "Mûsâ kızgın ve üzgün olarak kavmine dönünce, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?” dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Hârûn, “Ey anam oğlu! Senin bu kavmin beni cidden zayıf gördüler; neredeyse beni öldüreceklerdi! Sen de şimdi düşmanları bana güldürme ve beni zalim kavimle bir tutma!” dedi" (Araf Süresi; 150). Bir çok İslam alemi, bu Ayeti yere fırlatmadı yere koydu olarak yorumluyor, fakat bu yorum doğru değil ve mümkünde değil çünkü lavhaların birisi kırılıyor. Ortaya çıkan hasardan yere fırlatıldığını net anlıyoruz. Musa as'ı korumaya çalışıyorlar, fakat korumalarına gerek yok çünkü konu Musa as'la ilgili değil. Konu Musa as'la ilgili değilse, neden Musa as'ın kaderine böylesine bir olay yazıldı? Günah veya bir yanlışından ötürümü? Hayır. Değerli dostlar; peygamberler tertemizdir, ama ümmetleri değil. Peygamberlere birşey yaşatılıyorsa kendi günahları yüzünden yaşatılmaz, ümmetlerinin günahından ötürü yaşatılır. Ümmetin günahı bir sıkıntı olarak o peygambere yansıtılır. Peygamberler birşey yaşadığında bunu o ümmetin günahları sonucu yaşar, birşey yaptığında da bunu Allahın emriyle yapar. Peygamber nedir; Allahın emriyle hareket eden kişidir. O levhalar yere fıraltılıyorsa bilinki o an Musa as kızgın ve öfekli değil, Allah çok kızgın ve öfkeli ve bilinki o levhaları tere fırlatan Musa as değildi Allahta. Şunu anlamalısınız, eğer Allah kendinden bir nişanı yeryüzüne indirmeye karar veriyorsa, bırakın birisinin ona zarar vermesi veya onu kırması, o şeye arınmış kullar dışında (melek ve peygamberler) dokunmak dahi mümkün değil. Örneğin; o yüzden levhalar bir sandıkta taşınıyor, çünkü dokunan ölüyor. Anlayacağınız o levhalar kutsal ve Allahın koruması altında, yani istesenizde zarar veremezsiniz isteseizde dokunamazsınız. Eğer o levahalardan birisi yere düştüğünde kırılıyorsa bilinki bunu Allah istedi. Allah istediği için kırıldığını nereden anlıyoruz; bizzat peygamberi aracıyla onu kurmasından. O yüzden o kırılma olayını Musa as'ın hesap defterine yazmayın, Allahınkine yazın çünkü peygamberler her hareketini Allahın izni ve onayı ile yapar. Allahın izni dışında hareket edenlerin sonunuda biliyorsunuz (Yunus as).
Allahu Teala sapa sağlam indirdiği levhaların birisini neden kusurlu kılmak istesin? Gelelim buradan bu olayın sembolik anlamlarına; burada düzeni bozanın insan olduğu mesaji veriliyor. Allah birşeyi kusursuz indiriyor insanoğluna kusursuz takdim ediyor, o şeyi bozansa insanların günahları oluyor. Burada bize verilen bir diğer mesaj; iyilik üstün olduğunda kötülüğün ayaklar altında olduğu, kötülük üstün olduğunda ise iyiliğin ayaklar altında olduğu mesajı. Burada yaşanılan olayda o, çılgınlarca putun etrafında dans ederlerken kötülük zirvedeydi, böyle bir durumda da iyilik ayaklar altına alınmış oldu, levhaların yere fırlatılması. İyilik ve kötülük bir arada olmaz, ya iyilik kötülüğe baskın gelecek ya da iyilik kötülüğe, o anda da kötülük baskın gelmişti. Bu olayda verilen bir diğer mesaj; israiloğullarına sağlam levhaların nasip olmaması. Yüzyıllar içinde kırık bir levhayla ortaklıkta dolaştılar ve yaşadılar. Bundan daha iyisi onlara nasip olmadı. Demek inançları yamuk ki, kırık bir levhanın ötesi onlara nasip olmuyor. Bu hadisenin bir diğer sembolik anlamı; insanoğlu Allahı ve melekleri arzuluyor, onlarla birlikte yaşamak istiyor, bu olayda bizlere böyle birşey olduğunda neler yaşanacağını anlatıyor. Örneğin levhalar. Allahın bir nişanı insanların arasına geliyor, bir öfke anında ama o kutsal emanet yere fırlatılabiliyor, hemde bir peygamber tarafından. Bir peygamber dahi o an öfkesine hakim olamıyorsa ve kutsal bir emanete o saygısızlığı yapıyorsa, artık biz sıradan insanları düşünün. Yani, bir öfke anında levhaların kırıldığı gibi, eğer aramızda kutsal birisi yaşasaydı sürekli onun kalbini kırardık. Biz kendimize hakim olsak, içinde yaşadığımız toplum onu kırardı. Olay bununlada kalmaz, o kutsal varlık yanlışlarımızı söylemekle hükümlü olduğu için, sürekli bizlerin yanlışlarını yüzümüze vurar, bu sefer o bizlerin kalbini kırardı. Kısacası, bu hadise bize kusursuz varlıklar (melekler) kendi aralarında yaşaması gerektiğini, kusurlu varlıklarda (insan) kendi aralarında, aksi takdirde sürekli birisi diğerinin kalbini kırardı mesajını veriyor, levahaların kırılması gibi. Bu hadisenin bir diğer sembolik anlamı; yolculuğun başında böyle bir kutsal emanetin kırılması, bu yolculuğun hayra alemetler içermediği, israiloğullarını çok zorluklar beklediğinin işareti. Bir diğer sembolik anlamı; o kırık levha tamamlanmamış bir hikayeye işaret ediyor. O kırık levha yeryüzündeki zulüm, sapkınlık, adeletsizlik, inkar, nankörlük ve cehalet gibi sorunlara işaret ediyor. O kırık levha yeryüzündeki düzenin bir yansıması. Bu bozuk düzen düzeldiği zamanda (mehdilik dönemi) o kırık levha tekrar bir olacak. İşte o zaman o tamamlanmamış hikaye, örneğin israiloğulların vatan arayışı son bulacak.