ho' oponopono nedir ve İslama uygunmu? 1. bölüm
Bu hafta ilginç bir konuya daha değineceğiz, eşlerimiz mutlak kadermi yazısı sonrası değerli okurlarımızdan birisi ho' oponopono uygulamasıyla ilgili soru sordu, herkesin bilmesi gereken bir konu olduğu zamanda biliyorsunuz biz cevabımızı doğrudan websitemiz üzerinden veriyoruz, umarız sizin için aydınlatıcı bir yazı olur. Bu yazıda zikir, rızık, sihir ve büyü, bilinçaltı terapisi ve kader gibi çok farklı konulara değineceğimiz ve aklınızdan geçen bir çok konuya cevap vereceğimiz için yazımızı lütfen yayından kaldırıncaya kadar günde bir kaç defa okuyunuz. Her okuyuşunuzda farklı bir ilham almanız dileğiyle sizlere hayrlı ve aydınlatıcı okuma dileriz.
Okurumuzun sorusu: Ho’oponopono tekniği hakkında ne düşünüyorsunuz? Hocam, bu tekniği islami açıdan değerlendirir misiniz? Müslüman olarak bu gibi yöntemleri uygulayabilir miyiz?
Cevabımız: bilmeyenler için kısacası tekniğin özetini size verelim; hawaii'lı yerel kabile'lerin bin yıllardır aile içi kavga ve kırgınlıkları gidermek, ailenin veya kabilenin en büyüğü tarafından kavgalı tarafları barıştırmak için uygulanan bir yöntem. Dört kelimeden oluşuyor; özür dilerim, beni affet, teşekkür ederim ve seni seviyorum. Semavi dinlerin olmazsa olması olan bu 4 kelime, anadolu dahil farklı kültürlerde var olan, aile büyüklerin devreye girip kavgalı insanları barıştırdığı bir yöntem nasıl oluyorda dünya çapında gündeme gelmeyi başarabiliyor? Bir psikiyatrist ve bir yazar sayesinde. Hawaii'lı bir psikiyatrist (Dr. Hew Len) bir akıl hastanesine atanıyor ve hastaları görmeden bu tekniği uygulamaya karar veriyor. Sonra bakıyorki hastalar iyileşmiş. Hastaları görmeden, onlarla birebir seans yapmadan iyileştirmeyi başarıyor. Sonrasıda bunu bir araştırma tezi olarak sunuyor. Bir yazarda (Dr. Joe Vitale) bu araştırmadan haberi oluyor ve konuyu bir kitaba (Zero Limits: The Secret Hawaiian System for Wealth, Health, Peace, and More) döküyor. O kitapta bu uygulamanın dünya çapında yayılmasına sebep oluyor.
Kitabın başlığı dikkatinizi çektimi; insanları barıştırmak için kullanılan bir yöntem, ama kitabın başılığı, zenginlik, sağlık ve ötesi, bunu görünce ne alaka hocam dedinizmi? Haklısınız, işte işin ilginç olan noktası ve bunu dünya çapında ilgi odağı yapan bu, bu insanlar basit bir barıştırma tekniğiyle gerçektende zenginlik dahil herşeyi elde edebileceklerini, tüm sıkıntılarını giderebileceklerine inanıyor. Kavgalı bireyleri bir araya getirip barıştırmak için aile veya kabilenin büyükleri tarafından uygulanan bir yöntem nasıl oldu da zenginlik dahil herşeyi vaat eder oldu? Bunun müsebbibi bizim psikiyatrist arkadaşımız ve kitabın yazarı. Bu arkadaşımız akıl hastanesinde o tecrübeyi yaşayıp bunu bir araştırma metinine dökmeye karar verince, eylem ile sonuç arası bir bağ kurması gerekiyordu, kendi ofisinde söylediği sözler o hastaları hangi yollar üzerinden etkiledi buna bir izahat getirmesi gerekiyordu, psikiyatrimizde bu soruların cevabını eft ve theta terapi gibi piyasada var olan şifa tekniklerin bilinçaltı travma açıklamasında buldu; ben ne yaşıyorsam yaşadıklarım içimdekinin dışa bir yansıması, içimde olanı silersem yansımasıda kaybolur gider. Örneğin; kader beni buraya attı ve bu hastalarla karşılaştırdıysa, demek bu hastalıkların karşılığı benim içimde var, ya kendi hatalarımdan ya atalarımdan geliyor ya da daha önceki yaşantılarımdan ve ben eğer içimdeki bu kaynağı silersem bunun hayatımdaki yansımasınıda silmiş olurum inancina sahipler (akıl hastanesindeki hastaların şifaya kavuşması).
Değerli dostlar; bu uygulamanın bir kaç başarı sırrı var, özür dilerim, beni affet, teşekkür ederim ve seni seviyorum gibi İslami boyutta çok anlam içeren kelimeleri şimdilik bir kenara koyarsak, bu uygulamanın birinci sırrı kelimelerin tekrarında yatıyor, zikirle ilgili yazılarımızı hatırlarsanız, kelimelerin tekrarı bir sihir gücü ortaya çıkardığını söylemiştik, burada da bundan yararlanılıyor. Bu uygulamanın diğer başarı sırrı ise, piyasada var olan diğer şifa uygulamalarının felsefesini kopyalamış olması. Bu nasıl bir başarı getirdi diye soruyorsanız, herkes tarafından kabullenmesini kolaylaştırdı. İnsanları yeni bir felsefeye ikna etmek her zaman zordur, eğer ama var olan felsefeler üzerinden hareket ederseniz o zaman herkesi çok rahat ikna edebilirsiniz. Örneğin; hastalar var olan inançlarını bırakıp farklı felsefelerin peşinden koşturmak istemez, uygulayıcılarda yıllardır savundukları felsefeleri bırakmak istemez. Birisini vicdan engeller, diğerini ise kibir. Hasta var olan inancını bırakıp farklı bir felsefenin peşinde koşarsa vicdani azab yaşar, bizim okurumuzun yaşadığı ve İslamla örtüşüp örtüşmediğini bize sorması gibi, uygulayıcılar açısından da yeni bir felsefeyi kabullenmek yıllardır yanlış bir felsefenin peşinde koştuğu anlamına gelir, bu gerçeklede egoları yüzleşmek istemez.
Sizin bilmeniz gereken, geleneksel ho' oponopono inancında bilinçaltı travmaları ve blokajları kaldırmak veya geçmiş günahları delete etmek diye birşey yok, zaten mümkünde olamaz çünkü bu kavramlar günümüz çağında ortaya çıktı ve batıya ait kavramlar. Bizim psikiyatrist arkadaşımızın açıklamalarının bir kopya olduğunu buradan anlayabilirsiniz, kendi kültür ve geleneğinde olmayan kavramlarla yaşadıklarını anlatması. Ho' oponopono tekniğin kendisi bin yıllardır uygulanan ilkel bir ritüel, amacıda çok basit, bir büyüğün huzurunda kavgalı bireylere o dört kelimeyi söyletip barıştırmak. Örneğin amazon ormanlarında da bazı kabileler günah işleyenleri cezalandırıyor hemde tüm kabile huzurunda, kötüyü cezalandıran iyiliği ve barışı teşvik eden bu tür uygulamalarında geçmişini araştırsanız mutlaka İslamı o bölgeye gönderilen bir peygamberin öğretisini bulursunuz. Bu ilkel ritüelide psikiyatrimiz alıyor ve kavgalıları barıştırma dışındaki sorunlarda da uygulamaya karar veriyor, bir araştırmacı olarakta kendisini tebrik ediyor ve kutluyoruz, klasik tıbbın dışına çıkmasını, hastalarına bir kutu hapı verip yavaş yavaş öldürme yerine geleneksel yöntemlere başvurmasını gönülden kutluyoruz, fakat ortaya çıkan tablonunda geleneksel ho' oponopono ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Örneğin klasik ho' oponopono'da kavgalı olanlar bir yaşlının huzurunda yüzleştirilir ve birbirlerine o dört kelimeyi söyler. Dünya' ya yayılan uygulamada ise yüzleşme diye birşey yok, siz içinizden birşeyler söylüyorsunuz. Geleneksel ho' oponopono'da siz kendi yanlışınız için özür diliyorsunuz, dünya'ya yayılan yöntemde ise siz başkalarının yanlışı için özür diliyorsunuz. Geleneksel ho' oponopono'da amaç belli o da kavgalı insanları barıştırmak, dünya'ya yayılan uygulamada ise zengin olmak dahil herşey için kullanabileceğiniz söyleniyor.
Bin yıllardır ho'oponopono ritüelini uygulayan yaşlılar bugünlerimizi görseydi, kendisini aydın ve gelişmiş gören insanların o ilkel ritüelleri neler için kullandığını görseydi bu batılılar çıldırmış derlerdi. Ho' oponopono adı altında size anlatılanların bir gerçeklik boyutu var, o da bin yıllardır uygulanan çok basit ve ilkel ritüel boyutu, bir de gerçek olmayan günümüzde batı tarafından pazarlanan boyutu. Batı aleminin bu tekniği çok rahat satın almasının nedenide felsefi boyutunun batı tekniklerine dayanıyor olması. O yüzden, eft veya nöroformat gibi uygulayıcılar çok rahat bu tekniği seanslarına dahil edebiliyor, o yüzden bu teknik var olan uygulayıcılar tarafından çok alıcı buluyor, çünkü yıllardır hastalarına anlattıkları fesefeyle uyuşuyor, yaşadığınız herşeyin bilinçaltı kaynaklı olduğu, bunu sildiğiniz anda sıkıntılarınızın gideceği. Bilinçaltı travma felsefesini benimsemiş tüm uzmanlar çok rahat bu uygulamayı seanslarına entegre edebiliyor. Yeni bir felsefeyle hastanın aklını allak bullak etmeden, kendi bilgilerini sorguya açılmasına sebep olmadan bu uygulamayı çok rahat var olan uygulamalarına ekleyebiliyorlar.
Kitabın başlığına dönersek; tüm bu felsefi izahatlar ama bizim yazar için yeterli olmuyor, ortalıkta binlerce şifa vaat eden teknik var, hepside aynı veya benzer felsefe içeriyor, yazacağı kitapta onların arasında kaybolur giderdi, okurlarına şifa ötesi, kavgalı insanları barıştırma ötesi birşey vaat etmesi gerekiyordu, ne; zenginlik. Amerikan halkı zengilik istiyor, zenginliğin sırrını ben biliyorum dediğinizde ve bunu hawaii gibi gizem ve sır dolu bir medeniyete bağladığınız zaman, o zaman bu kitabın çoook satılacağı garantiydi. Psikiyatristimize bu teknikle zengin olunurmu, şu yapılabilirmi bu yapılabilirmi diye sorular soruyor. Doktorumuzda, evet bunların hepsi mümkün diyor. Nasıl mümkün; şunu şunu yaparsan mümkün olmalı diyor. Ne olmuş oldu şimdi; kavgalı insanları barıştırmak için bin yıllardır her kültürde var olan basit bir ritüel, bir yazarın kitabı satma hırsı bir psikiyatristin başka yerlerden felsefe kopyalayarak klinikte yaşadıklarını izahat etme gayreti sonrası zenginlik vaat eden bir uygulama olarak dünya'ya yayılmış oldu.
Bu noktada aklınıza bazı sorular gelecek; psikiyatri uzmanın anlattıkları doğrumu, hastaları görmeden onları tedavi etmeyi nasıl başardı, bu teknikle gerçekten zengin olmak mümkünmü, İslam bunun neresinde vs. Sorularımızın cevaplarına girmeden dikkatimi çeken bazı konuları sizinle paylaşmak istiyorum; birincisi, ne mutlu Müslümanım diyene. Muhteşem bir dine sahibiz, ne kadar şükretsek az. 1500 yıldır Rabbimiz, başınıza ne geliyorsa kendi elinizle işlediğinizden ötürü geliyor diyor, sonunda da dünya bunu kabullenmeye doğru gidiyor. Müslümanlar olarak öyle bir lütuftayızki şifa için dünya'yı gezmemize gerek yok, tüm sorunlarımızın cevabı evimizde kutsal kitabımızın içinde. İnanmayanlarsa sorunlarıma nerede çözüm bulsam diye bir hawaii'a gidiyor bir oraya bir buraya, şaşkın şaşkın bir ilkel kabileden diğerine bir öğretiden diğerine dolaşıyor. Sonunda vardıkları yer ama yine kutsal Kitabımızın dediği yer, dünyayı dönüp dolaşıyorlar sonunda yine şifayı dalga geçtikleri hor gürdükleri kutsal kitabımızın dediği şeyde buluyorlar. Onlar açısından ne kadar üzücü, bizim açımızdan ne kadar güzel. Bizim şifa rehberimiz evimizde, böylesine bir rehbere sahip olmayanlarsa bir inançtan diğerine zıplayıp duruyor. Bu tür tekniklere meğilen insanları incelerseniz, İslamdan uzak tipler olduğunu görürsünüz ve bu insanların sorunları var ve bunlar doğal olarak sorunlarına şifa arıyor, işte o arayışta onları sürekli bir bataklıktan diğerine sürüklüyor. Şifa aradıkları yerlere neden bataklık diyoruz, çünkü şifayı İslamda aramayan bataklıkta dolaşır bilginize. İkincisi; biz sizlere uzun zamandır günahların size engel olduğu, o günahları kaldırırsanız önünüz açılır diyorduk, bak görki başkalarıda bu doğruyu bulmuş. Başvurdukları çözüm yolu yanlış olsada en azından teşhisi doğru koymuşlar, bu da şifa yolunu yarılamak demektir. Kalplerinde İslama karşı nefret olmadığı müddet, kimbilir belki Rabbimiz bir gün doğru çözüm yollarına başvurmayıda nasip eder (kefaret oruçları, fakirleri doyurmak).
Üçüncüsü; biz sizlere uzun zamandır kalbinize nefret sokmayın, kimseye lanet ve beddua okumayın, bunların size ağır geri dönüşleri olur sizi daha çok bataklığın içine sürükler, şifa arayışlarınıza engel olur diyorduk, sonunda insanların bu doğruyuda bulması, nefret ve beddua kelimeleri yerine pozitif ve güzel kelimeler kullanmaya başlamaları mutlu edici. Kimbilir belki pozitif kelimeler kullandıkça hayatlarıda pozitifleşmeye başlar. Madde boyutunda birşeyi elde edebilmek için ilk önce enerji boyutunda bunun önünü açmanız gerekiyor, pozitif düşüncede bunun ilk ayağı. Birşey enerji boyutunda var olmadan madde boyutunda zuhur etmez. Madde boyutunda birşey karşınıza çıkabilmesi için siz ilk önce o şeye enerji boyutunda düşünmeniz ve inanmanız gerek. O yüzden yaşam koçları, motivasyon içerikli konuşma yapanlar, hayat felsefecileri pozitif düşünmeye ve inanmaya çok önem veriyor. İlk önce siz inanmanız gerekki o şey var olabilsin. Bu uzmanlar İslamı ve kaderin işleyişini bilmediği için ama şöyle bir yanılgı içindeler; kaderinizi değiştirebilmek için sadece kendinizin inanması yetmiyor, siz 4. nesilseniz sizden önceki 3 nesilde buna inanmak zorunda. Sizin kaderiniz sadece size bağlı olsaydı o zaman bu mümkün olabilirdi, fakat kaderiniz toplam 4 neslin ortalama ameline bağlı. Örneğin; eğer sizden önceki 3 nesil bol negatif amel işlediyse, o zaman siz ne kadar pozitif düşünürseniz düşünün, negatif olaylarla yüzleşmenize engel olamıyorsunuz. Siz ne kadar pozitif olursanız olun, kader ataların işlemiş olduğu o negatif amelleri fiziki alemde sürekli önünüze servis edecek, şu görünür hayatta o amellerin kıssasını sizden alacak. Eğer kaderimiz sadece kendi amellerimiz doğrultusunda hesaplansaydı, o zaman herkes ektiğini biçer olurdu ve pozitif düşünme felsefelerin bir gerçeklik boyutu olurdu, fakat kader bu şekilde işlemiyor, siz ne kadar temiz olsanızda, atalar madde boyutunda halt işlediyse bundan madde boyutunda bizde etkileniyoruz.
Not: atalarımızın işlemiş olduğu günahları bir önceki hayatımızda bizde işlediğimiz için, sonuçta yine başınıza ne geliyorsa kendi işlediğiniz günahlardan ötürü Ayetin dediği yere geliyoruz. Hayata pozitif bakmanın ama şöyle bir artısı var, pozitif düşünerek bedeninizin etrafına bir kalkan örüp yaşadığınız negatif olayların enerji boyutunda bedeninize yansımasına müsaade etmemiş oluyorsunuz. Dış dünyada yaşadığınız negatif bir olay enerji boyutuna dalga şeklinde size doğru akarken bedeninizin pozitif aurası ile karşılaşıyor ve size sinemiyor. Sinemeyince ne oluyor, en basiti yaşadığınız negatif olayların beden dokularınıza zarar vermesine engel oluyorsunuz. Stress yaşamamış oluyorsunuz. Hayata pozitif bakmak, bunun İslamda karşılığı iki kelimeden oluşuyor; sabır ve şükür. Sabır ve şükrün bize en basit katkısıda negatif olaylara karşı bedenimizi koruması. Pozitif düşünerek negatif olaylarla yüzleşmekten belki kurtulamıyoruz, ama en azından o negatif olayların enerji boyutundaki zararlarına karşı kendimizi koruyabiliriz. Pozitif düşünceler ne yapıyor derseniz; birincisi enerji boyutunda önünüzü açıyor, madde boyutunda arzu ettiğiniz şeylerin tuğlasını atıyor ve ikincisi, madde boyutunda yaşadığınız negatif olayların negatif enerjilerine karşı sizi koruyor. Yaşadığınız travma veya acının bedeninizi ruhunuzu etkilmesine izin vermiyor.
Sabır ve şükür, yani pozitif düşünmek kaderimizi değiştirmek için yeterlimi; yeterli olmayabilir, kader bir ömür sabır ve şükür göstermenizi isteyebilir. Bu olayda dikkatimizi çeken dördüncü husus ise; bu tekniği benimseyen tipleri incelediğimizde seçim süreci boyunca sahneye çıkıp kalp işareti yapan, sahneden indiği zamanda kendisi gibi düşünmeyen kendisi gibi tercihler yapmayan herkese nefret kusan hakaretler yağdıran tiplerden oluştuğunu görüyoruz. Bu tiplerin ho'oponopono tekniğiyle ortaya çıkmasını ve seni seviyorum, özür dilerim, beni affet gibi öğretiler içine girmesini hiç samimi bulmuyoruz bilginize. Bunların her hareketi samimiyetten uzak, yapay ve sanal. Bunların içi nefret dolu, dışları ise makyaj. Bunların içinde bulunduğu mahallenin tanımı; nefret mahallesi. Nefret bunların iliklerine kadar işlemiş. İşlerine gelen bir konuda samimi bir af ve özür dilese ve bedenlerinde bir blokajı kaldırsa dahi, bunlar gün içinde sürekli bu millete ve inançlarımıza değerlerimize tercihlerimize saydırdığı için bu salaklar hergün yüzlerce yeni nefret tohumunu bedenlerine ekiyor ve yüzlerce yeni blokajlar oluşturuyor. Bunlar binlerce defa özür dilesede bunların kalpleri asla nefretten kurtulamaz, başları asla musibetlerden arınamaz. Eğer bunlardan birisine rastlarsanız ve size sevmenin, özür dilemenin önemini anlatmaya başlarsa gıcıklık yapın ve madem özür dilemek, af istemek, seni seviyorum demek bedenimizdeki negatif enerjileri kırıyor, blokajları açıyor, erdoğana da bunu söylermisin, seni seviyorum erdoğan, teşekkür ederim erdoğan, beni affet erdoğan diyebilirmisin diye sorunuz. Yutkunduğunu o an anlattıklarının samimiyetten çok uzak olduğunu göreceksiniz. Ne alaka derse, madem birisi bize kötülük yapsa bize zulmetse dahi ondan özür ve af dilememiz gerektiğini söylüyorsunuz, bu öğütün savunucusu olarak lütfen önderlik edin ve size haksızlık ettiğine inandığınız erdoğandan af ve özür dileyin ve bunuda mahallenizde haykırın, bu öğütüyü benimseyen birisi olarakta bu size hiçte zor gelmemeli deyiniz.
Arkadaşlar; bakınız, özür dilerim veya beni affet gibi kelimelerin Allah nezdinde çok büyük bir değeri var ve siz eğer nefsinizi ve şeytanlarınızı yenip dilinize ve kalbinize o kelimeleri söylettirmeyi başarabilirseniz, haklı olmanıza rağmen zulme maruz kalmanıza rağmen o kelimeleri söyleyebiliyorsanız o zaman Rabbimizin size ikram edeyeceği şeylerin sınırı yok. Fakat Allahın bunu kabul etmesi için samimi olmanız ve tekrar yapmamaya söz vermeniz gerek. Bir yandan özür diler, diğer taraftan ama şu veya bu nedenlerden ötürü hiç farketmez insanlara nefret kusmaya devam ederseniz Allah niye özrünüzü kabul etsin. Tövbeyle ilgili ne demiştik; bir tövbenin kabulü için samimi özür ve tekrar yapmamaya söz vermeniz gerek demiştik. Allahu Teala özrünüzü kabul edebilmesi için içten samimi olmanız ve tekrar yapmamaya söz vermeniz gerek, bu tiplerde de sıfır samimiyet sıfır pişmanlık duygusu var. Af dileyip o günahda israr edenlere ne oluyor demiştik; o kişilere günahlar katlanarak yazılıyor demiştik. Kaderin bu insanları süreklediği ortamda bu, bir bataklık, bunlar çırpındıkça sıkıntılarına çözüm aradıkça daha çok pisliğe batıyorlar. Bunlar seanslarında nasıl sonuç alıyor o zaman; sihir ve büyü ile. Onların yardımına Allah değil şeytanlar koşuyor. Kelimeleri sürekli tekrarlayarak, hatta bir kağıda yazarak bir sihir gücü ortaya çıkarıyorlar, o sihirlede kendi kaderlerini kendileri tayin etmeye çalışıyorlar, daha doğrusu başkalarının rızkını çalmaya çalışıyorlar. Yanlış duymadınız, çalıyorlar. Ben hırsız değilim hocam diyorsanız, hırsızsınız, nasıl hırsızlık yaptığınızıda size açıklayalım; gökte rızkınız hesaplanıyor sonrası hardal tanesi detayına kadar tüm canlılara o rızık dağıtılıyor. Gökte hesaplanıp size dağıtılan bu rızkında artırmanın sadece iki yolu var, ya doğrudan gökte (levh-i mahfuzda) rızkınızı artıracak ameller işleyeceksiniz ya da yeryüzünde hırsızlık yapıp başkasının rızkını size yönlendireceksiniz. Örneğin; ya madde boyutunda bu hırsızlığı yapacaksınız, insanları kandırıp dolandıracaksınız ya da bunu enerji boyutunda zikir dua sihir ve büyü üzerinden yapacaksınız.
Enerji boyutunda hırsızlık nasıl yapılır, birisinin rızkı nasıl çalınır diye merak ediyorsanız; sabahleyin marketinizi açtığınızı ve dükyanın önüne bir kova okunmuş su döktüğünüzü varsayın, oradan geçen bir vatandaşta eğer o duanın sihrine kapılıp içeriye girer ve bir alış veriş yaparsa, o zaman siz kişiyi büyüleyip onun cebindeki rızkını çalmış oluyorsunuz. Büyücü ve dolandırıcı sınıfına girmiş oluyorsunuz. Siz eğer rızkınızı doğal haline bırakmış olsaydınız, o kişi içeriye girmeyecekti ve siz o gün kaderin size hesapladığı kadar kazanç elde edecektiniz. Kaderi kendi haline bırakmadınız ama, başkasının cebine göz dikerek rızkınızı artırmaya kalktınız. Bu hırsızlık değilde ne? Ho' oponopono tekniğiyle yaptığınız tamda bu arkadaşlar. Eğer ho'oponopono tekniğiyle birşey elde etmeye çalışıyorsanız bilinki yaptığınız büyücülük ve hırsızlık. Unutmayınız, şeytan kötülükle değil iyilikle insanları kandırır. İyilik yaptığınızı size inandırtarak sizi kötülüğe iter. Okunan kelimeler ne kadar güzel olsada kelimelerin tekrarı bir sihir enerjisi ortaya çıkarıyor ve insanların rızası olmadan beyinlerini manipüle ediyor. O yüzden, eğer bir kelimeyi sürekli tekrarlıyorsanız ve niyetiniz birşeyi elde etmekse bilinki büyücülük yapıyorsunuz. Ortaya bir sihir enerjisi çıkarıyorsunuz ve elde ettiğiniz şeyi hırsızlık yolu ile elde etmiş oluyorsunuz. Sihir enerjisi ile insanların beyinlerini hipnoz altına alarak elde etmiş oluyorsunuz. Zikir, yani belirli kelimelerin tekrarı belirli kurallara bağlı, örneğin zikirler birşeyden arınmak için yapılır birşey elde etmek için değil. Manevi boyutta birşeyden kurtulmak için yapılır, madde boyutunda birşey elde etmek için değil. Siz eğer zikirleri (belirli kelimelerin tekrarı) manevi arınma için değilde madde boyutunda birşeyleri elde etmek için yapıyorsanız, bilinki yanlış yoldasınız bilinki büyücülük yapıyorsunuz.
Rızık konusuna bir paragraf açalım; "Allah dilediğine rızkı bolca bahşeder, dilediğine de sınırlı ölçüde verir" (Rad Süresi; 26), "Onlara: “Sizi göklerden ve yerden kim rızıklandırıyor?” diye sor. Cevap veremezlerse: “Allah’tır” de" (Sebe Süresi; 24), "Yeryüzünde kımıldayan bütün canlıların rızkı yalnızca Allah’a aittir" (Hud Süresi; 6). Sağlığınız, malınız, aileniz, çocuklarınız, aldığınız nefes, bedeninize konan bir toz parçacığı bir güneş ışığı, evrende manevi veya madde boyutunda sizinle temasa geçen herşey, size mutluluk veya üzüntü veren neyse, atom parçacığına kadar buna rızkınız denilir. Neyden ne kadar nasipleneceğinizide levh-i mahfuz belirliyor. Levh-i mahfuz yıllık amellerinizi analiz ediyor ve size o yılın karnesini yazıyor, bunuda yıldızlara gezegenlere indiriyor. Her bir yıldız her bir gezegen yeryüzünde yaşanacak olayların manevi boyuttaki enerjisini içeriyor, güneş onlara çarptığında da güneş ışınları o enerjiyi alıyor ve yeryüzüne indiriyor. Sonrası ne oluyor? Sabah vaktinde o ışınlar bize çarpıyor ve beynimize bir yükleme yapıyor, o gün nerede rızkımız varsa ne yaşamamız veya başkasına yaşatmamız gerekiyorsa aklımızı o doğrultuda programlıyor. Rızık dediğimiz olay düşünce boyutunda üzerimizde kontrolü ele alıyor ve o gün nerede ne kazanmamız veya yaşamamız gerekiyorsa bizi o yerlere sürüklüyor. Sizin bilmeniz gereken, rızkınız fiziki anlamda gökten inmiyor, yaratılışın ilk gününden kıyamet anına kadar kaç milyar canlı yeryüzünden beslenecekse Allahu Teala ilk günden itibaren o rızkı (canlılar, su, toprak, hava vs) yeryüzüne yerleştirmiş. O rızkın canlılara paylaşımı işte bu gökte belirleniyor. Rızık ilk günden itibaren yeryüzüne indirilmiş, bunun canlılar arası paylaşımı ise gökte belirleniyor. Bu bilgi neden önemli; yeryüzünde varolan rızkı canlılar arasında paylaştıran makamın gökte olduğunu bilirseniz, rızkınızı artırmanın yollarını yerde değil gökte ararsınız. Örneğin; varsayalımkı şakraları açmak, bedendeki blokajları kaldırmak, geçmiş travmaları silmek, pozitif düşünerek önünüzü açmak mümkün ve diyelimki bu konularda söyledikleriniz doğru, siz yinede bu uygulamalarla rızkınızı artıramazsınız, çünkü rızkınızın artışı veya azalışı yeryüzünde değil gökte belirleniyor. O yüzden o bilinçaltı tekniklerin hepsini çöpe atabilirsiniz. Eğer rızkınızı/ sağlığınızı/ huzur veya mutluluk neyse, artırmak için birşeyler yapmak istiyorsanız o zaman gökte (levh-i mahfuzda) o değişimi sağlayabilecek şeyler yapmanız gerekiyor, kendi bedeninizin içinde değil. Bedeninizi değil levh-i mahfuzu ikna etmeniz gerekiyor.
Levh-i mahfuzda neye bakıyor? Amellere. Örneğin; talep ettiğiniz rızık için yeryüzü şartlarını yerine getiriyormusunuz ve ikincisi bu konuda dört nesil siciliniz nasıl. Eğer kötü bir siciliniz varsa, o zaman bunu kaldırmanızı bekliyor. Kaldırmanın yolunuda Ayetlerle bize anlatıyor, fakirleri doyurmak ve kefaret orucu. Siz Ayetlerin herhangi birisinde şu blokajı kaldırırsanız veya şu zikri şu kadar çekerseniz levh-i mahfuzda kaderinizi değiştirebilirsiniz cümlesini gördünüzmü? Hayır. Akıl var mantık var zaten, Allahu Teala bir nimete ulaşabilmemiz için birşeyleri şart koşmuş, sabır/ çaba/ emek/ yorulma/ zorluklara katlanma vs ve birşeyleri vesile kılmış, okumak/ eğitim almak/ istişare etmek/ evlenmek/ çocuk edinmek gibi, bunların hiçbirini yerine getirmedende zikirle, belirli kelimelerin tekrarı ile Allah sana istediğini verirmi? Vermez. Verse, haşa kendi kurduğu düzene ihanet etmiş, aldatmış olurdu. İstisna şu; Allahu Teala kişiye inen rızkı dört neslin ortalama çabasına göre belirliyor. Örneğin; kefaret oruçları veya fakirleri doyurarak levh-i mahfuzdaki engelleri kaldırabilirseniz, oturduğunuz yerde nimetler size akabilir, çünkü sizden önceki 3 nesil gereğini yapmıştır, sizde manevi engelleri kaldırarak onların verdiği emeğin sefasını sürdürebilirsiniz.
Kaderi zorlamayın arkadaşlar, merak etmeyin kader hak ettiğiniz rızkı size indirir. Birşey eğer size inmiyorsa örneğin zenginlik, o zaman bilinki ya madde boyutunda gereğini yapmıyorsunuz (çalışmak vs) ya da manevi boyutta o konuda siciliniz kabarık. Günahların bedenimizdeki yansımalarını silerek, günahlardan ötürü bedenimize giren şeytanların sebep olduğu blokajları kaldırarak, pozitif düşünerek, bedeninizi negatif enerjilerden temizleyerekte levh-i mahfuzdaki sicilinizi temize çıkaramıyorsunuz. Belirli kelimelerin tekrarıyla başkalarına inen rızkı kendinize yönlendirmeye çalışmanızada Allah bir yere kadar müsamaha gösterir. Sonuçta her eyleminiz kayıt altına alınıyor, siz hileyle (sihir ve büyü) levh-i mahfuzu (kaderi) kandırmaya çalışırken levh-i mahfuz attığınız her adımı not ediyor ve her defasında hilenize karşı adımlar atıyor. Eninde sonunda da Allah yeter diyecek, dediği anda kader sizi şah mat edecek, sizi öyle bir çıkmaza sürükleyecekki sizden ders çıkarılması gereken ibretlik bir vaka yapacak.
Örneğin zikirlerle hayatlarını değiştirmeye çalışanların durumu bu, onlar zikir çektikçe kader onları daha çok çıkmazların içine sürüklüyor. Allahu Teala bir yere kadar haketmediğiniz şeyleri sihir ve büyü ile elde etmenize müsaade eder, bir yerden sonra sizi fena tokatlar, kaderi kandırmaya çalışmanın bedeli neymiş bunu öğretir. Bir rızkın inmesinin kaideleri var, örneğin o rızkın yeryüzü şartlarını yerine getireceksiniz, okuyacaksınız çalışacaksınız azim göstereceksiniz, doğru yatırım yapacaksınız, helal parayla yatırım yapacaksınız, dürüst olacaksınız vs, manevi boyutta kefareti varsa bunu ödeyeceksiniz, siz ama eğer bunları yapmadan o rızkı almaya çalışırsanız buna haksızlık ve hırsızlık denir, bu haksızlığı hırsızlığıda günün sonunda Rabbimiz cezalandırır. İslam dini usul ve kaideleri çizmiş, rızık istiyorsanız ilk önce bunun yeryüzü şartlarını yerine getireceksiniz, sonrası manevi engeller varmı buna odaklanacaksınız. Eğer bu şartları yerine getirmeden bol rızık peşindeyseniz bilinki bir bataklığa sürükleniyorsunuz. Zaten akıl var mantık var, Allah İslam dinini kolaylık dini olarak, kendisinide merhametlilerin en merhametlisi olarak tanıtıyor, eğer siz birşeyi hak ediyor olsanız, zerrecik hak ediyor olsanız, o zaten size çoktan inmişti. O yüzden, bir rızık size inmiyorsa ilk önce o rızkın yeryüzü şartlarını yerine getirip getirmediğinize bakın, eğer yerine getiriyor ve halen inmiyorsa o rızık, o zaman manevi boyuta bakın, demek levh-i mahfuzda o konuda sülalenizin sicili kabarık, bu durumda da kefarete odaklanın, fakirleri doyurun ve bol kefaret orucu tutun.
Ho' oponopono uygulamasına kendisini kaptıranlara bir bakın; bu insanların inancında Allah yok, varsa rızkı tayin edenin Allah olduğu inancı yok, levh-i mahfuz adında rızkı hesaplayan birisi yok, sihir ve büyü adında güçte yok. Onlar yeryüzünde yaşayan canlıların öylesine rızıklandığına inanıyor ve kendilerince ilginç olanı belirli kelimelerin tekrarı ilede arzu ettikleri rızıkların kendilerine geldiğini görüyorlar. Nasıl geliyor bunu onlarda bilmiyor, içimizdeki blokajları kaldırıyoruz deyip geçiyorlar. O kelimeler ile bir sihir gücü ortaya çıkarıp büyücülük yaptıklarını bilmiyorlar. Şaşırttımı bu bizi; hayır, alanınızın dışına çıktığınız an şeytanların tuzağına düşmeniz gayet doğal. Kendileri dışında herkesi cahil gören bir kitlenin böylesine büyük bir günahın içine düşmesi ama dünden belliydi. Allahtan ve Müslümanlardan nefret eden bu tipleri Allahın doğru yola iletmeyeceği, bunlar arayış içine girdikçe Allah onları daha büyük günahların daha büyük çıkmazların içine sokacağı çok aşikardı. Trajekomik olansa, dün tarikatlara saydıranlar bugünlerimizde zikir çeker olmuş. Bu insanlar sabah akşam tarikatlara saydırıyordu, kaderin onları düşürdüğü duruma bir bakın, istediklerini elde etmek için onlarda tarikatlar gibi zikir çeker olmuşlar. Yakında bunları tesbihle görürseniz, ne kadar özür diledim ne kadar af diledim bunu saymak için tesbih taşıdıklarını görürseniz, bin veya beş bin defa rakamlarını telaffuz ettiklerini görürseniz hiç şaşırmayın. Psikiyatrist arkadaşımıza ve yazara helal olsun, biz bu insanlara özür dilerim veya beni affet dedirtemedik, zikir çektirtemedik ilin adamları dedirtti ve çektirtiyor. Bu vesileylede ilk sorumuzu cevaplamış olalım, bizim şaşkın psikiyatrimiz o hastaları nasıl iyileştirdi; sihir ve büyü ile. O kişilerin dosyalarını açtı, fotoğraflarına baka baka o kelimeleri tekrarladı ve ortaya güçlü bir sihir çıkardı. Psikiyatrik sorunların kaynağı ne; şeytanlar. Ortaya çıkan enerjiylede, muska gibi düşünün, o hastalara bulaşan şeytanları çok rahat uzaklaştırabilirsiniz. Hastalarının şifaya kavuşmasının altındaki gizem bu.
Devamı 2. Bölümde.....