niyet nedir?
Niyet nedir? Sizlere daha önceki yazılarımızda insanın başı boş bırakılmadığını, tek özgür noktamız kalbimiz olduğunu söylemiştik. Kalplerimiz ile niyetler ederiz, sonrası bu niyetlerimiz kabul olursa düşüncelere dönüşür, o düşünceler kabul olunduğunda da eylemlere dönüşür demiştik. Eğer özgür irademiz olaylara verdiğimiz tepkiyse, o zaman niyetlerimizi nereye koymalıyız? Sizlere ilk önce niyetin tanımını yapalım, niyet nedir; niyet bir dönüştürücüdür, enerji aleminde olan bir duyguyu madde alemine taşıyan bir araçtır. Örneğin; levh-i mahfuzda bir dönüştürücü, enerji boyutunda göğe çıkan amellerimizi madde alemine dönüştürüyor ve rızık olarak bize indiriyor. Kalbimiz levh-i mahfuzu temsil ettiği için, kalplerimizide bir dönüştürücü olarak görebilirsiniz. Örneğin; kalplerimiz gayp aleminden gelen mesajları (ilham veya vesvese) madde aleminde bizim için işitilir hale getiriyor. Kalbimiz ama sadece başkaların enerjisini madde aleme taşımakla kalmıyor, kendiside madde aleminde birşeyi arzu ettiği an, kalbinizden bunu geçirmeniz yetiyor, o şeyin madde aleminde zuhur bulmasını sağlayabiliyor.
Niyet o zaman nedir; gönlümüzde geçirdiğimiz şeylerin madde aleminde zuhur etmesini sağlayan bir güç kaynağı, sihirli bir anahtardır. Bu niyetlerimizin madde aleminde zuhur edilmesine izin verilecekmi, hangilerine izin verilecek ve ne kadarına izin verilecek bu ayrı bir konu, herhalukarda ama madde aleminde birşeyin zuhur edebilmesi için mutlaka birisinin kalbinde o şey daha önceden geçmiş, yani birisinin kalbinde canlanmış olması gerekiyor. Örneğin; hava anamızın yani bir kadının varlığı, bir erkeğin (hz Adem) gönlünden bir eş geçmesi sonucu ortaya çıktı. Ne diyoruz hep, madde aleminde birşey var olmadan o şey ilk önce enerji aleminde var olması gerek. O enerji alemide işte birisinin gönül dünyası. Birisi o şeyi gönlünde canlandırıyor, sonrası levh-i mahfuz onu hayata geçiriyor. Gönlünde canlandırmasına niyet, madde aleminde o şeye kavuşmasınada rızık diyoruz.
Hocam, özgür irade anlık olaylara verdiğimiz tepki oluyorsa, niyetlerimizi nereye koymalıyız, biz niyetlerimiz konusunda özgür olduğumuzu biliyorduk? Niyetler, enerji aleminde beslediğiniz bir duygunun madde aleminde varolmasını istediğiniz an ortaya çıkar, yani niyet dediğimiz şey, gönül dünyamızdan madde alemine geçişin anahtarı, levh-i mahfuzda kapısıdır. Bu niyetlerinizde, kalbinizin temizliği kadar size ait, bu olayın püf noktasıda bu. Evet, kalbimiz bize bırakılmış, fakat bir çok insan o kalpleri kirlettiği için, o kalpler artık onlara ait değil, şeytanlar çoktan oraya yerleşmiş. Dolayısıyla bu kişilerin kalbinde doğan duygular maalesef onlara ait değil, şeytanlara ait.
Şimdi; Allahu Teala insanların niyetlerine göre insanların kaderini çizmiş olsaydı, insanlar adına bu çok kötü olurdu, çünkü insanların kalpleri artık kendilerine ait değil, onlar adına şeytanlar niyet ediyor ve bu durumda sürekli o şeytanların niyetleri yeryüzünde hayat bulurdu. Bu durumu Rabbimiz önden bildiği için, düzenin işleyişine bir güvenlik sigortası daha koymuş, o da nefis, insanların kaderini kalplerinde doğan niyetlere göre değil, o niyetlerden hangisini seçecekler, nefisleri kalplerinde doğan duyguların hangisini benimseyecek buna göre kaderlerini çizmeye karar vermiş. Mahşeri sorguda hesaba çekilecek olan nefsimiz olacağı için, kalbimizde doğan duyguların ilk önce nefsimizin onayından geçmesi takdir edilmiş. Aksi takdirde, eğer kalpte doğan duygulara göre hareket edilseydi, mahşeri sorguda nefisler bu duygular bana ait değildi der ve hesaptan kaçmaya çalışırdı. Böyle birşey olmaması içinde levh-i mahfuz herhangi bir duyguyu hayata geçirmeden, kişinin nefsiyle o duyguya sahiplenip sahiplenmediğine bakıyor, bi' nevi o kişinin o duygunun altına imzasını attımı atmadımı buna bakıyor.
Birşeyin yeryüzünde var olması için o şey kalpte bir duygu olarak, buna niyette diyebilirsiniz, var olması gerekiyor, o duygunun altında bir nefsin imzası olmadan ama levh-i mahfuz o şeyi madde aleminde var etmiyor, çünkü o şey var olduğu an birileri o şeyin hayrından veya zararından sorumlu tutulması gerekiyor, dolayısıyla insanın kalbinde doğan niyetlerin altına o nefis mutlaka imzasını atmış olması gerekiyor, yani o duyguyu benimsemiş ve ona göre hareket etmiş olması gerekiyor. Neden; çünkü levh-i mahfuz o duyguyu madde aleminde canlandırdığı zaman bunun sonuçlarından o nefis sorumlu tutulacak.
Özetleyelim; bir olayla karşılaşıyoruz ve anında içimizde öfke dolu bir sürü duygu ve düşünce canlanıyor. Eğer imtihanımız o duyguların kalbimizde canlanması olsaydı, o zaman hepimiz sınıfta kalırdık. Şükür Rabbimize ama durum bu değil, imtihanımız o duyguların kalbimizde canlanması değil, o duygulara nefsimizle sahiplenecekmiyiz sahiplenmeyecekmiyiz imtihanımız bu seçim. İnsanın içine doğan bir çok duygu şeytani olduğu için, hür irade dediğimiz noktanın artık hür olmadığı, şeytanların istilası altında olduğu için, kader kalbinizde doğan duygulara göre size muamele etmiyor, bu duyguların hangisini kendi nefsinizle seçiyorsunuz buna göre muamele ediyor. Yani Rabbimiz nefsimizi bir güvenlik sigortası olarak koymuş, nefsimiz o duyguların hangisinin altına imzasını atacak, hangi duyguyu benimseyip ona göre hareket edecek, kader işte nefsimizin bu seçimine göre geleceğimizi çiziyor. O yüzden kaderimiz kalbimizde geçirdiğimiz duygular üzerinden hesaplanmıyor, o duygular arasındaki nefsimizle yaptığımız seçimimiz üzerinden hesaplanıyor.
Evet; hür olduğumuz nokta kalbimiz, fakat kalbimiz kirletildiği için, kalbimizde doğan her duyguyu benimsemiyoruz, o duygu değerlerimizle inancımızla ahlakımızla uyuşuyormu, nefsimizle bunu çekuptan geçiriyor sonrası o duygu veya düşüncenin altına imza atıyor ve o yönde hareket ediyoruz. Mesela bazı insanlarında kalpleri temiz, ama nefisleri kirletilmiş, bu insanların güvenlik sigortasıda kalpleri. Bu sefer kalpleri onlara dur diyor, onlara vicdan azabı, kötü hissiyat gibi duygular yaşatıp o kötü karardan vazgeçirtiyor. Sizin bilmeniz gereken, kalp ve nefis birer karar verme merkezi olarak varedilmiş, birisi bozulursa diğeri kişiyi hak yolda tutmaya devam etsin diye.
O zaman nefistede özgürlük olduğunu söyleyebilirmiyiz? Hayır, söyleyemeyiz. Kalplerimiz arzu ettiğimiz şeylerin yeryüzünde var olması için, nefislerimiz ise varedilen şeyleri kullanmak için var edilmiş. Yeryüzünde bizi hareket ettiren nefsimiz olduğu içinde nefsimiz bize bırakılmamış ve bırakılamazdı da. Eğer bırakılsaydı, o zaman kader bize yaşatmak istediği hiçbir şeyi yaşatamazdı, kaderin dediğini değil kendi istediğimizi yapar, kader bizden bir önceki hayatın kısasını alamazdı. Yaşamamız gereken şeyleri yaşayabilmemiz için nefislerimiz kaderin kontrolünde olmak zorunda. Örneğin; belirli bir zaman diliminde belirli bir yerde birisi ile tanışmanız gerekiyor veya orada bir kaza yaşamanız gerekiyor, nefislerimizin kontrolü kaderde olmasaydı bunların hiçbirini, yani önden takdir edilmiş kaderi kader bize yaşatamazdı.
O zaman kalbimizde veya aklımızda doğan düşünceleri nefsimizle çekuptan geçirmemizin ne anlamı var, nasıl olsa nefsimiz kaderin elinde ve özgür değil? Bu tam doğru değil, nefsiniz özgürde olabilir, özgür olmayabilirde. Neye bağlı bu? Üzerinizdeki borç yüküne bağlı. Sorunuza şöyle cevap verelim; birisine borcunuz var ve borcunuzu ödemiyorsunuz, borçlandığınız kişide kalkıyor ve sizden şikayetçi oluyor ve sonrası devlet ne yapıyor, özgürlüğünüzü elinizden alıp sizi hapise atıyor. Yeryüzündeki yasalarda borçlu insanlar nasıl özgür değilse, olamıyorsa, hardal tanesi kadar ayrıntıy hesaplayan ilahi adalet sisteminde zaten özgür olamaz. Eğer siz her yere borçlu olmanıza rağmen, serbest ve özgür hareket etmenize, istediğiniz gibi hayatı yaşamanıza müsaade edilseydi, o zaman bu alacaklara yani borçlu olduğunuz insanlara karşı haksızlık olurdu. Haksızlığıda Allahın düzeninde yer yok. İlahi düzende ya borçsuz ve özgürsünüz ya da borçlu ve kadere tutsaksınız. Püf noktayı anladınızmı? Siz borçlardan kurtuldukça, kader nefsiniz üzerindeki prangaları kaldırıyor. Kader alacaklılar adına borçları sizden tahsil etmesi gerek, bunuda nefsinize müdahale edemeden yapamaz.
Çözüm ne o zaman? Bir çözüm; olabildiği kadar hızlıca borçlarımızdan kurtulup nefsimizi özgürlüğe kavuşturmak. Bir diğer çözüm; borçlu olduğumuz ve nefsimiz kadere tutsak olduğu müddet, kalbimizle hareket etmeliyiz. Bir karar vermeden öncesi kalbimizde danışmalıyız. Nasıl? İçimizde doğan hislere göre hareket etmeliyiz. Bir diğer çözüm; eğer nefsimize güvenmiyorsak, eğer nefsimiz adına kader karar veriyor ve kaderde sürekli yanlış kararlar verdirtip bizlerden borç tahsil ediyorsa, bize acı ve sıkıntı yaşatarak, o zaman istişare emrine göre hareket etmeliyiz. Sürekli birilerine danışarak hareket etmeliyiz. İstişare çünkü, kaderin kuşatması altında olan bir nefse ulaşır, o kuşatmada bir gedik açar ve doğru karar vermesini sağlar. İstişare kaderin büyüsünü nasıl deliyor; istişare Allahın bir emri olduğu için ve siz Allahın emri olduğu için bunu yaparsanız, yaptığınız iş ibadet yerine sayılır, bir enerji ortaya çıkarır ve kaderin kuşatmasını deler, o nefse ulaşmanızı sağlar. Örneğin; bunu yapmazsanız, o nefse asla ulaşamazsınız, kader onu neye programladıysa o kişiye onu yaşatır. Siz o kişiyle konuştuğunuzda duvara konuştuğunuzu zannedersiniz, o kişi sizi işitemez. Bir diğer çözüm; ilimle nefsimizi donatmamız. İlimde keza nefsimizi özgürleştiren nimetlerden birisi. Okuduğunuz ilimler nefsinizi özgürleştirebilir; çünkü cahil insan tabiat ve insanlık için bir tehdit, ilim sahibi birisi değil. İnsana ve tabiata zarar vermeyecek birisinide Allah özgür bırakır.
Bir diğer çözüm; ibadetlerimiz. İbadetlerimiz ahiret hayatımız için indirilmedi, sevap kazanmamız içinde indirilmedi, kaderin bu prangasından nefislerimizi kurtarmak için indirildi. Örneğin; zekat farz kılınmış, kader malınızdan borç tahsil ederken size zarar vermesin diye. Örneğin; oruç farz kılınmış, kader bedeninizden borç tahsil ederken, bedeniniz hastalıklarla fazla zarar görmesin diye. Örneğin; namaz farz kılınmış, kader musibetler üzerinden sizden borç tahsil ederken, fazla kötü insan ve olaylarla karşılaşmayasınız diye. O yok (temiz bir kalp) bu da yok (ibadetler, istişare, ilim vs), ama ortada bir ton borç var, sonrada kader nefsimi tutsak aldı bu bana haksızlık, öylemi; yok öyle yağma.
Bakın değerli dostlar; bir önceki hayatımızda Allah, bu hayata ne kadar yük getireceğimizi gördü, bunun altından bu kullarım kalkamaz dedi ve üzerimizdeki yükü 4 nesile paylaştırdı, anne tarafından 7 ata, baba tarafından yedi ataya yükü paylaştırdı, sonra baktı, bununda yetmediğini gördü, halen bir bireyin üzerine çok yük bindiğini gördü. Sonrası her kişiye birde 7 şablon bahşedeyim, kişinin yaşaması gerektiğini o 7 şablona paylaştırayım, kullarım günahların bir kısmını bu alemde, büyük bir kısmınıda o şablonlar üzerinden gayp aleminde yaksın dedi. Sonrası Rabbimiz yine bir simulasyon yaptı, baktı gördüki halen o yükün altında kulları ezilip gidiyor, yani hayatta kalma şansları sıfır. Rabbimiz bunun üzerine kullarıma bir ikram daha yapayım dedi ve yeryüzüne ilimler indirdi. Bir simulasyon daha yaptı, baktı gördüki bir çok kişi ilimlere yöneldi, Allaha sırtını çevirdi. Bu sefer Rabbimiz farklı ibadetleri indirmeye karar verdi. Beni hatırlatacak bana sığınmalarını sağlayacak ibadetler. Anlayacağınız, ibadetler yani kullara artık yük getirmek Rabbimizin ilk tercihi değildi, yüklerin altında kalkamadığımızı gördüğü için bize bu ibadetleri farz kıldı. Buradanda bu ibadetlerin ahiret hayatı için değil, yeryüzü yaşantımızın daha rahat geçmesi için farz kılındığını siz anlayınız. Bunun üzerine Rabbimiz bir simulasyon daha yapıyor ve bir çok kulunun ibadetlerden uzak kaldığını görüyor. Bu sefer istişareyi farz kılayım diyor. İbadetlerini yerine getirmesede en azından istişare ile doğru seçimi yapar, kaderin prangasından kurtuluyor diyor. Rabbimiz ama bununlada yetinmiyor, işi garantiye alayım, kullarıma belli olmaz diyor ve yaptıkları her iyiliğe 10 misli sevap yazmaya karar veriyor. Birazcık ilim birazcık ibadet birazcık istişare birazcıkta iyilik yaparlarsa bu işi kurtarırlar, yeryüzü hayatı onlar için bir cehennem çukuru olmaktan çıkar diyor.
Allahın üzerimizdeki merhametini görüyormusunuz? Halbuki yeryüzünde yaşadığımız ve yaşayacağımız tüm acıları hak ediyoruz, yinede ama Rabbimiz acı çekmememiz için bizlere nimet üzerine nimet indiriyor. Bir önceki hayatta yapmış olduğumuz yanlışların bedelini ödemek aslında hakkımız, boynumuzun borcu, Allah ama tonlarca borcumuza rağmen yinede bize kıyamıyor. Buradanda Allahın bize olan merhametini siz çıkarın.
Bu arada, kaderin prangası ile neyi kastediyoruz? Hayat önünüze tercihler getirdiğinde, o konuda borcunuz varmı kader ilk buna bakıyor, eğer varsa sizin karar vermenize müsaade etmiyor, bukonuda sen benim rehinimsin diyor ve sizin adınıza o karar veriyor. Örneğin; istişareyi benimsersek ama, o zaman Allahın bir emrini yerine getirmemizden ötürü, o uygulamamız bir ibadet sayılıyor, o ibadet o borçların bazılarına kefaret sayılıyor ve kader o konuda nefsimizi rehin almaktan çıkarıyor, daha özgür karar vermemize izin veriyor. "Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir" (Müddesir Süresi; 38). Bu Ayette tam bunu anlatıyor, nefislerimizin nasıl rehine altına alındığını.
İbadetler nedir? Allaha sığınmadır. Allahta diyorki, kader bir önceki hayatın borçlarını bunlardan çıkarmak için peşlerini bırakmayacak, bu ibadetlerimi yapanlar ama, yani bana sığınanlar kaderin bu prangasından muaf tutulacaklar, benim adına yaptıkları ibadetleri ben o borçlarına kefaret sayacağım ve kaderin onları o konuda kontrol etmesine müsaade etmeyeceğim. Örneğin; bir yerde kaza yaşamanız gerekiyorsa, o gün namazınızı kılarak veya oruçlu olarak, o ibadet, o Allaha sığınma sizi kaderin o büyüsünden koruyacak, örneğin o saat geldiğinde, kaza mahaline gitmenizi sağlayacak o düşünce iptal olacak.
İnsanların Allahın indirdiği kelamı, ibadetleri kullanarak sihir yaptığını görüyorsunuz demi, en basiti zikirler ile, bunlar bunu öylesinemi yapıyorlar; hayır, bununla kaderin sihrinden kaçabildikleri kaderin sihrini manipüle edebildikleri için yapıyorlar. İbadetlerimizin böyle bir gücü ve etkisi varken, siz ibadetlerinizi yerine getirmez, sonrada nefsimin kontrolü kaderin elinde, bu bana haksızlık derseniz, o zaman olmaz. Bir önceki hayattan zaten bir ton borçla geldiniz, kaderin görevide o borçları sizden tahsil etmek. Bu şartlarda da kader sizi rehin almasında ne yapsın. Artı, kaderin sizin adına verdiği kararlarda sonuçta sizin kendi kararlarınız, bir önceki hayatta vermiş olduğunuz kararlar. Bir kararınızın Allah nezdinde kabul olabilmesi ve o eylem sizin hanenize yazılabilmesi için mutlaka sizin imzanız (onayınız) o şeyin altında olmak zorunda, aksi takdirde Allah sizi o eylemden sorumlu tutmuyor. O imzanız ama bu hayattamı atıldı, bir önceki hayattamı atıldı, kader ve Allah açısından bu önemsiz bir detay. Yinede ama, kaderin sizi bir kıssas noktasından diğerine sürüklemesine müsaade etmek zorunda değilsiniz, kaderin bu prangalarından kurtulabilirsiniz. Nasıl? Bunun gayriresmi yolu var (sihir ve büyü), birde meşru yolu var, o da ibadetler.
Günlük ibadetleriniz o gün yaşayabileceğiniz olumsuzluklara karşı bir tampon görevi görüp olayı daha rahat atlatmanızı sağlayabilir, hatta iptal tuş görevi görüp o olumsuz hadiseyi tamamen kaderinizden silebilir. Hatta yapacağınız o yanlış seçimlere mani olur ve yaşamanız gereken o olumsuz olayları hiç yaşamazsınız. Bunuda Allah Ayetlerinde açık açık söylüyor zaten, örneğin namazla ilgili Ayette, namaz sizi kötülüklerden uzak tutar diyor; "Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir" (Ankebut Süresi; 45). Üzerimizdeki yüklerden kurtulmanın böylesine bir çıkış yolu varkende bundan yararlanmazsanız, o zaman ahiret hayatında veya bu hayatta şikayet etme hakkınız olmaz. Gördüğünüz gibi ibadetlerimiz sevap kazanmak veya ahiret hayatımızı kurtarmak için değil, bu hayatımızı kurtarmak için var. Bu yanlış bilinenide bu yazı vesilesiyle düzeltelim. İbadetlerimizi yaparsak sevap kazanmıyormuyuz? Elbette kazanıyorsunuz, Allahın bir emrini yerine getirdiğiniz için sevap kazanıyorsunuz, fakat bu sevap kazancınız olayın hakikatını değiştirmez, o da bu ibadetlerin bu hayatımız için indirildiğini. Bu ibadetleri yapmazsanız ne olur? Kalbinizde doğan duyguların hangisini benimseyeceksiniz bunu kader belirler, çünkü üzerinizde o duygular üzerinden size yaşatılması gereken çok hesap var.
Mahşer gününde de Rabbim bu olaylara ben nefsimle onay vermedim, levh-i mahfuz buna onay verdi dediğiniz zaman; kalbiniz levh-i mahfuzun kontrolünde değildi, neden kalbinizle buğz etmediniz, neden kalbiniz nefsinize dur demedi denilecek. Kalbim ataların günahları tarafından kirletildi dediğiniz zamanda, neden ibadetlerini yapmadın, o ibadetler kalbini ve nefsini temize çıkarabilirdi denilecek. Yani, öyle veya böyle lütfen tüm sorumluluk bize ait ve lütfen ibadetlerinize sırılsıklam sarılın, ibadetlerimiz sevap kazanmamız için değil, kaderin büyüsünden, önden belirlenmiş kadere müdahale ederek yeryüzündeki hayatımızı biraz daha yaşanabilir kılmak için indirilmiş. Konu, konuları açıyor, umarız bu kadar bilgi sizin için yeterlidir. Kendinize, sevdiklerinize, milletimize, vatanımıza, dinimize çok iyi bakınız. Allaha emanetsiniz. -21.08.2024